Diziyi eleştirmeden once, iğneyi kendi kaba etimize batıralım.
Urfalı Urfa’yı nasıl tanıtıyor dünyaya; bunu hatırlayıp natırlatalım once.
Mesela
Sıra Gecesi, Sıra Gezmesi ya da Sıra Geleneğini ele alalım..
Ekranlara getirilen şekliyle tarif etmek gerekirse; doğu ve batı sazlarından oluşan karma bir orkestra yerel giysiler içinde buram buram terleyen ses ve saz erbabı.. Ve gecenin onur konukları; ömründe bir tek türkü-şarkı ve hatta ninni mırıldanmamış falan bey; ülkemin ünlü araştırmacı-gazetecisi, yazarı ve çizeri. Yahut bir başka medyatik yurdum insanı.
Programın ilerleyen dakikalarında ve hiç beklemediğiniz bir anda; sahnede arz-ı endam eden vücudunun üçte ikisi üryan, lakin reytingi yüksek bir hatun kişi. Bu kadarla kalsalar, iyi. Hatun kişinin reytingleri hedeflenen orana çıkaramama ihtimaline karşı bir önlem olarak, bir bomba daha.. Bütün marifeti deli danalar gibi tepinmek, arada bir kırıtıp kıvırtmaktan ibaret olan kulakları küpeli, adı-sanı duyulmamış ünlü (!), bir kliplik popstar
Angut veya
Mangut’u ne yapmalı?
Ya nostaljik mekan dekoru yapma adına orta yere yayılan yöresi belirsiz fabrikasyon bir kilim veya sponsor firmanın Picasso tablolarını hatırlatan garip desenli halıya ne demeli?
Çiğköfte yoğuran adam rolünü başarıyla oynamak adına, saatler önce sıcak suyla ıslatılarak yumuşatılmış bulguru yumruklayan bilmem kim usta. Arada bir bakışlarını kameraya dikerek sahnede boy gösteren ve şekersiz nescafeyi kulpsuz fincanda dağıtırken “
mırra” diye yutturduğunu sanıp böbürlenen set işçisi
Dilsiz Mehmet..
Bir de içki ve dansöz rezaleti var ki hoş görmek için kör olmak gerek. Bırakın sıra geleneğini “televizyonlarda alkollü içeceklerin reklamlarını yasaklayan” yasaya göre suç ve dahası kepazelik.
Peki Urfa’da insanlar alkol kullanmazlar mı? Veya Peygamberler Şehri’nde alkolün su gibi aktığı eğlence geleneği yok mu?
Elbette ki var. Ama hiçbirinin adı “
sıra” gecesi, gezmesi veya geleneği değildir. Galiba asıl sorun da bu noktada. Bu tür programları yapanlar ve katılanlar, ki çoğunu tanır ve çocukluklarını biliriz, yetişme çağlarında sakilik yapıp arada bir hoyrat okudukları “asbap gecesi” ile Sıra gezmesini ve geleneğini karıştırıyor olmalılar.
Bütün bunları doğru kabul etsek bile:
Ya o raksından ziyade üryan bedeniyle dikkatleri üzerine çeken dansöze ne demeli.
Ya üç kelimeyi bir araya getirmekten aciz, sesinden veya endamından gayrı hiçbir ayırıcı niteliği bulunmayan Türkçe özürlü sunucuların sözüm ona sıra gecesini tanıtmak adına anlattıklarını nasıl yorumlamalı?
Neymiş efendim?
Vakti zamanında Urfa’ya bir vali gelmişmiş de.. eşraftan kimi zevatın uzun kış gecelerinde bir araya gelip sohpet ettikleri bu tür toplantılara katılmışmış da.. gecelerden birinde vali beyimiz; “böyle olmuyor, bu işi sıraya koyalım, bir sonraki gece sıra bende” demişmiş de o günden sonra bu tür toplantıların adı Sıra gecesi veya gezmesi olmuşmuş!..
Yok daha neler... Bu kadar kolay ve basit mi bir olayın gelenekselleşmesi?
İcra edilen müziğe gelince; aman aman!..
Sıra geleneğine uygun bir makam sıralaması aramayın, bulamazsınız çünkü. Türküleri, hoyratları ve gazelleri nasıl okuduklarının üzerinde fazla durmak, haddimizi aşar. Bu konunun uzmanı olsaydık, programı bize yaptırırlardı. Amma...
Aruz vezninin bü, tün inceliklerini, şiir sanatının hüner ve ustalıklarını tek harfli heceye yansıtan güzelim gazellerin yorum yapıyorum saçmalığına sığınılarak katledilişlerine sessiz kalamayız.
“
Her dem ey top-i elem sineme dokunma benim” mısraının ilk dört kelimesini önce “
her dem ey zalım felek”e çeviren ustaların, ustalardan duyduğu iki hecelik “
her dem” tamlamasını “
her demet” olarak telaffuz ederek üç heceye çıkaran türkücünün, tek hecelik fazlalığın okuduğu makamın ahengini nasıl etkileyeceğini bilmiyorsa, konservatuar olarak nitelendirdiği “sıra Gecesi”nde işi ne Allah aşkına?..
“Derunum derdini lokmana gösterdim dedi ki eyvah” mısraının ilk kelimesini “
sanırım”a çeviren sanatçının (!) düştüğü komik duruma “
eyvah” demekten başka ne gelir elimizden.
Finale doğru iyice cıvıma; vur patlasın çal oynasın; meyhanelerin kapanış saatlerini çağrıştıran naralar, anlamsız sesler, sözler ve Sıra gecesi toplantılarına bin yıllık tarihinin hiçbir döneminde girmeyen ve girmesi mümkün olmayan davul-zurna. Sonra o omuz titretip mendil sallamalar, ayak sektirmeler. Sıra gezmesinden ziyade yaz mevsiminde açık havada yapılan asbap veya kına gecesini hatırlatan çarpık manzaralar.
Yukarıdan beri anlattıklarımız elbette ki sıra gecesi, gezmesi ve geleneğinin gereği ve özgün figürleri değildir.
Sizce; Sıra gecesi, gezmesi ve geleneği bu kadar basit ve bu kadar sıradan mıdır? Böylesine ölçüsüz eğlenceler sıradan olabilirler mi? Bu kepazeliği
‘sıra gecesi’ diye adlandırabilir miyiz?