Peki ya gerçeği nedir “
Sıra Gecesi’nin?
Dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışalım izninizle.
Bin yılı aşkın uzunca bir geçmişi olduğu tahmin edilen “
Sıra” geleneğinin kökeni ve tarihsel gelişimi hakkıında kesin bilgiler içeren yeterli belge ve bilgilerin varlığından söz edilemez.
Bulabildiğimiz yazıların hemen hepsi şehir ve hemşehrilik sevdasıyla kaleme alınmış, iyi niyetli ama bölük pörçük ve mesnetsiz bilgi kırıntılarından ibaretti. Tıpkı körlerin fili tarif etmeleri gibi; Sıra Gecesi’nin değişik cümlelerle yarım yamalak tarif ve tasvirleriydi. Genellikle de yazarının çocukluk ve gençlik dönemlerinde tanık olduğu Sıra gezmelerine dair tespitler ve sözlü nakillere dayandırdığı ihtimalleri içeren muğlak ifadelerdi.
Özetle; her yazarın sosyal çevresine, konumuna, yol ve yoldaşına göre farklılıklar gösteren onlarca Sıra gezmesi, geleneği ve gecesi tasarımı ile karşılaşmak her zaman mümkündür. Yazarları farklı olsa da, azami buluşma noktaları; müzik, çiğköfte ve biraz da sohbetten öteye gitmez. Nelerin nasıl olduğuna dair tam bir mutabakat sağlanmasına karşın, nelerin ve nasılların nedenleri belirsizdir. Görüneni şekillendiren görünmeyen hakkında tek cümleye rastlayamazsınız.
Ortada beden vardı ama, ruh yoktur.
Oysa; bir takım eylemleri alışkanlık, alışkanlıkları da gelenek ve hatta inanç ve ibadet haline getiren tek önemli ve etkili saik, bireysel davranışları topluma kabul ettirme gücüdür.
Daha açık bir deyişle; kökeninde dinsel veya ruhsal bir tetikleyici olmayan hiçbir eylem kolay kolay gelenekleşemez.
Bugün farklı dinlere mensup milyarlarca insanın ortak dili diye bilinen güzel sanatların
-resim, heykel, tiyatro, edebiyat ve müziğin- ortaya çıkış nedeni; insan denen zayıf varlığın kendi gücünün üstünde bir gücün varlığına duyduğu inançtır.
İnsanoğlunun kil tabletlere kazıdığı ilk edebi metinler, kendi ruh dünyasında şekillendirdiği tanrı veya tanrılara kulluk, bağlılık, övgü ve şükran duygularının kelimelerle ifadesidir.
İlk müzik eserleri ve müzik eşliğinde yapılan danslar ve temsiller ilkel dinlerin tapınaklarında sahnelenen dini törenlerde ortaya çıkmıştır.
Kayalara cizilen ilk resimler ve insan eliyle şekillenen taştan veya metalden heykeller genellikle çok tanrılı dinlerin tanrı ve yarıtanrıları ile gücünden dolayı tanrılaştırılan tabiat olaylarının ve insandan güçlü varlıkların tasvirleridir.
Sema, Semah ve Devran gibi..
Hal böyleyken; Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması süreciyle birlikte şehir hayatımıza giren, zaman içinde bölgelere göre değişen isimler alarak günümüze ulaşan Sıra geleneğinin tarihsel kökenini -körebe oyunuymuş gibi- din dışı zeminlerde aramak doğru bir yaklaşım olmaz.
Geleneklerimize bu pencereden baktığımızda;
Sıra geleneğinin müzik amaçlı ve meşk ağırlıklı bir gelenek veya -ömründe bir kez bile bu meclise ayak basmamış medyatik türkücülerin iddia ettikleri gibi-usta çırak ilişkisi içinde musiki derslerinin verildiği bir halk konservatuarı olmadığını açıkça görebiliriz.
1994’ten 97’ye kadar, Kanal 7 ekranlarına getirdiğimiz Sıra Gecesi isimli programımızda sık sık: Sıra geleneği sıradan bir gece değildir, derken söylemek istediğimiz de buydu. Sıra geleneğinin Mevlevi Sema Ayini, Rüfai Devran’ı, Alevi
Semah’ı, Nakşi Hatme’si, Kadiri Zikri ve Mevlid gibi inanç dünyamızın farklı bir ritüeli olabileceğini anlatmaktı.
O yıllarda, sadece bir ihtimal olarak, ortaya attığımız bu düşünceye şiddetli itirazlar geldi.
Denildi ki: Din dışı musikiyi insanı ibadetten ve Allah’ı anmaktan alıkoyacağı gerekçesiyle haram kabul eden bir inanç sisteminin hakim olduğu toplumlarda musiki meclisleri düzenlemek; zaman içinde yaygınlaştırarak dinamik bir geleneğe dönüştürmek hayal bile edilemez.
Hele Urfa gibi dindar kimliğiyle tanınan bir şehirde haftada birkaç gece ve üstelik ev ortamında musiki meclisleri toplamak bugünkü şartlar içinde bile hoş görülmez.
Böyle bir teze, konuyu araştırmadan hayır diyerek reddetmemiz hiç doğru olmazdı.
Ancak; inancının gereğini ibadet şevkiyle müzik eşliğinde yerine getiren Anadolu Alevi-Bektaşi toplumunun sazlı-sözlü semah meclisleri veya zikirde ritmi ön plana çıkaran Kadirilik, Rüfailik ve Mevlevilik gibi tasvvuf kollarından bir etkileşim ihtimalinden söz edilebilir. Fakat Urfa’nın inanç tarihi içinde adı geçen tasvvuf kollarından çok, musikiyi hiçbir şekilde tasvip etmeyen Nakşiliğin etkili olduğu dikkate alındığında, Sıra geleneğinin tarihsel kökenlerini farklı bir tasavvufi yapı içinde araştırmak gerekir.
Sıra geleneğinin inanç yapımız içinde şekillenmiş bir ritüel olduğunu var sayarak araştırdığımızda karşımıza;
Anadolu’yu yurt edinmeye çalışan işi, aşı, yaşı, başı ve eşi denk insanları mezhep ve meşrep farkı gözetmeksizin bir araya getirmeyi başaran Ahilik çıkar.
Eline, diline, beline sahip olmak!.
Gerek Ahilerin el kitabı niteliğindeki Fütüvvetnamelerde gerekse Osmanlı tarihini konu alan yerli ve yabancı birçok eserde; Anadolu’da dünyanın ilk meslek birliklerini örgütleyen Ahilerin, haftanın belirli günlerinde Sıra geleneğini çağrıştıran motiflerle bezeli toplantılarda bir araya gelerek sohbet ettikleri zikredilmektedir.
Şu farkla ki, bu tür toplantıların nedeni ve ağırlıklı gündem maddesi, günümüzde düzenlenen ve Sıra Gecesi adıyla anılan toplantılarda olduğu gibi sadece müzik, ikram ve sohbet değildir.
Öncelik; esnaf ve sanatkarın iş, işçi sorunları ile diğer sosyal, siyasal ve ekonomik konulara verilirdi. Bölgenin tabiatına ve kültürüne uygun ikramlar ve müzik bir çeşni olarak ikinci-üçüncü planda yer alırdı.
Ahi Birliği çatısı altında örgütlenen ustalar, başlangıçta çarşı içinde yer alan odalarda yaptıkları toplantıları zaman içinde sıraya koyarak evlere taşımışlardır. Çarşıların içinde yer alan “Esnaf Şeyhi”ne ait mekanlar daha sonra olağanüstü toplantılar dışında, eline, beline ve diline sağlam esnaf ve sanatkar adayı çırak ve kalfaların mesleki, dini ve kültürel eğitimine tahsis edilmiştir.
Kütahya ve Afyon civarında yaptığımız araştırmalarda, bu tür toplantıların
“Sıra Gecesi” adıyla az da olsa yapıldığına tanık olduk. Aynı şekilde Çankırı’nın Yaren Sohbetleri ile Adana’nın Geçek’i de Ahi kültüründen mülhem renkler taşımaktadır.
1950’lerden 63’lere kadar özellikle kış aylarında çok sayıda Sıra Gecesi’ne
katıldık. Sıra Gecesi’ne ev sahipliği yapan büyükbabamıza, babam ve amcamıza yardım etmeye çalıştık. Her birinden, kamil insan ve adam gibi adam olmak adına binbir ders aldık..
Büyükbabamızın katıldığı Sıra’da dini konularda yapılan sohbetlere kulak verdik. Nakşi Hatmesi’nde oturdum.
Babamızın arkadaşları daha çok Hz. Ali Cenkleri, Kerem ile Aslı ve bunun gibi halk kitaplarını okurlardı.
Amcamızın Sıra gezmesinde grubunda sohbetin yanısıra, satranç, yüzük-fincan ve benzeri küçük zeka oyunları ile müzik yer alırdı. Cülhacı ve Dellek Mahmut hafızları bu Sıra Gecesi içinde dinlemek fırsatı bulduk zaman zaman.
1950’lerin Urfa’sında tanık olduğumuz bu üç ayrı Sıra Gecesi’nde yer alan motifler de bu geleneğin Ahi kültürünün bir ürünü olarak ortaya çıktığını ve süreç içinde bazı değişikliklere uğrayarak yozlaştığını apaçık göstermektedir.
Özetlersek; Sıra gezmesi, gecesi ya da geleneği;
Yaşı-başı, işi-aşı, eşi, mezhebi ve meşrebi denk arkadaşların katılabilecekleri son derece seçkin bir etkinliktir.
Bu etkinlikte elbette musikiye yer vardır ve hep olmuştur. Ancak; koro veya solo türkü-hoyrat söylemek için sazende ve hanendelere yer verilmez. Bir istisna olarak gazel-hoyrat-ilahi-şarkı veya türkü tarzında ustalığı herkesçe kabul edilen ustalar davet edilebilirler.
Sıra gezmesi, gecesi ya da geleneği;
Medyatik genç eğlendiricilerin iddia ettikleri gibi sesi güzel insanların musiki eğitimi aldıkları bir konservatuar da değildir.
Sıra geleniğinin ölçüleri ve kuralları; her ne ad altında olursa olsun kış aylarında gerçekleştirilen eylem ve etkinliklerle sınırlı kalmaz. Dağ yatıları, bağ-bahçe gezmeleri gibi sıcak havalara özgü birlikteliklerda de geçirlidir. Geleneğin en temel kuralı da eğlenceyi ve nimeti olduğu kadar külfeti ve zahmeti de paylaşmaktır.