Lale Roche

Tarih: 25.11.2016 11:14

TOPRAĞA BAKAN AŞK PERİSİ

Facebook Twitter Linked-in



Nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum ( yaşlılığımla bağışlayın ) yazılarımı okumasından mı, yoksa ortak bir arkadaşımızdan mı bilemedim  ama bildik işte birbirimizi. Yazdığım her yazımı okur. Nokta mı, virgülümü, kullandığım her cümlemin duygusunu neredeyse benim kadar bilir. Olmamışa olmamış der af buyur diyerek, hayran kaldığına patlatır yorumun en cömertini. Aşklarımı da bilir  bazılarının sizin bilmediğiniz detaylarını hatta. Görüşür müyüz? Yok. Saysam belki bir elimin beş parmağına dokunamam. O kadar az yani. Ama neredeyse varlığımın sırtını dayadığım duvarın, tuğlalarından bir tanesidir. Onun orada olduğunu bilmem bana iyi bir duygu verir. Beni aradı bu gün. Bi güzel dan dan dan vurdu kafama. Ben senin son yazını beğenmedim. Yazan sen değildin, herhangi bir gazete de ki köşe yazarını  ve malum gündem duygularını okur gibiydim dedi. Heyecan vermedi yazın bana kusura bakma ama bu değil sende alışık olduğumuz dedi. Editörün sıkıştırmış da aceleden yazmışsın sanki dedi. Haklıydı sanırım. ☹ 
Ben de pek sememiştim. Gerçekten hızlıca yazıvermiştim. Şu an bile tekrar okudum ayol gerçekten insanın yanaklarını aşağı sarkıtan bi yazı olmuş. Ama aşk olsun size de, biriniz bile çıkıp bunu demediniz.
Sayın Yazarım, bahsi geçen okurum ve bir de Sevgilim benim yazı dünyamın editörü gibidir. 
Sayın Yazarım,  yani sevgili Mehmet Koca özgür ruhumu anlayan ve harflere dökülen dilime kanun çıkarmayan evim. Yeri gelince abilik yapıp bi kelimemin önüne geçen beni koruyan, yeri gelince hadi kalk bakalım yeter bu kadar tembellik diyen dost gibidir. Yeni mektubumu yolladığım her an ondan gelecek ilk yorum benim için çok önemli olur. Hiçbir zaman yapıcı olmayan bir eleştirisi olmamıştır. Ama bir tek bana sen siyaset yazma der  anlar çünkü kasıldığımı harflerimden. Sayın Yazarım sen aşk kadınısın bize onları yaz der. Çoğumuz bunu yaşayamıyoruz. Aşksız da olunmuyor, onu  senden okumak hepimize güzel heyecan veriyor der. Bu dünyanın vahşi mücadelesin de küçük sevinçlere, tebessümlere ihtiyacımız var ve bunu çok doğal aktarıyorsun bize der. Ben de ona inanırım.  Tek bi şart koyarım ona  devrik cümlelerime, kendi dilime dokunma bu BEN’im derim. O da görüyorsunuz dokunmaz zaten. Kafama göre yazar geçerim. 
Bahsi geçen okurum, dedim ya yazdığım her yazımı okur. Bir de bana gizliden hayranlık duyar. Onun demesine göre platonik bir aşkla bağlamış kendini bana. Benim ona aynı duyguyu taşımadığımı bilse de tüm aşklarımı soluksuz okuduğunu söyler. Bu gün bir gazete de,  bir yazının, bir kitabın iyi bir yorumcusu olabilecek kabiliyeti taşır.  Ya da benim dilimi anladığı için öyle sanıyor da olabilirim. Ama birkaç yazarın da yorumlarını aldığımda konuya hakim olduğunu anladım. Gerçekten iyi bir okur. Malum, ben kendimi yazar sanıyorum ya hani  Ee! beni de motive eden yorumlar oluyor. 
Yazı dünyamın en kıymetli editörü olan Sevgilim,  çok beğendim demişti. Belki de beğenmişti gerçekten çünkü onun yanakları da hafiften aşağı sarkıyordu. Ve onun tarzıydı. Efendice. Ağırbaşlı. Tam onun istediği gibi olmuştu. Kitap kurdu bir adam çünkü. Okusun, okusunlar, okutsun bayılır. Bunun için bana inanılmaz destek olmuştur. Kitap almak için verdiğin paraya hiç üzülme demiştir. Kendi de kitap gibi zaten. Her konuyu bilir. Her sanatçıyı, dünya kültürünü, her ülkeyi ve önemlilerini. Ben onun en çok bu yanını sevdim. Hayranlığım önce buradan başladı. Çevir çevir oku, sor sor öğren. Öyle büyük şans ki, onun etrafında olan herkes için.  Hele ki, öğretmeyi seven biri olması,  daha büyük şans. İmlacı biraz ☺ işte orada takılıp kalıyoruz. Var böyle imla kuralarına takılan insanlar biliyorum sıkıntılı olduklarını. Ya başlatma şimdi imlana öyle çıkmış gelmiş işte duygularım desem de pek mutlu olmuyor. O yine de düzeltiyor. Bayılıyorum onun bu takıntısına. Hayyy mına koyiiim diyorum de nin da nın  ☺ 
Evet evet son yazım edepli ya biraz onun için sevmiştir.  Onun için yazı da ki dil benim dilim değil, ben de ben değildim galiba.
Bu yüzden mi sık sık ayrılmaya başlamıştık yoksa?  Ötekileşme olunca bünyem kabul etmiyor demek. Tıpkı ilk eşim ve diğerlerinde olduğu gibi. Çünkü ben özgür ruhum. Kabım, kacağım, kalıbım yok benim. Severken de, sevişirken de. Gerçekten bunun arkasına sığınmıyorum. İstesem de sıradan, istesem de yerleşik olamıyorum. Belki de, çocukluğumdan beri baba mesleğimiz gereği göçebe hayat yaşamamız bunun atası. Şekil alamıyorum. Kendim oluyor, kendimce olanı hayat bulduruyorum.
Delidolu, çocuksu, hareketli, fıkır fıkır, kıkır, kıkırım...kaldı ki, onun  yanında bi de frenliyordum kendimi az bi şey de olsa. 
Başlarda bana cinsel anlamda yetemeyeceğini sanmıştı. Laf aramızda ben de öyle sanmıştım ama öyle olsa da razıydım.  Oysa, biz bunu altın bonus olarak yaşadık. İkimize de sürpriz olmuştu maç skorları. O bile kendi kahramanına şaşırıyordu. Ten uyumu da kokularımız da müthişti. Yaşça benden baya bi büyük olsa da bazen çok çocuksu olup benim yaşıma inebiliyordu. Ve çok eğleniyorduk o zaman. Saatlerce yatağın içinde çıplak bedenlerimize dokunarak konuşur, gözlerimi gözlerinden bir an olsun almamı istemezdi. Arada bir gel çabuk gel çabuk der beni kendine çeker  öper öper ohhh! derdi. Ve bırakırdı sonra yarım kalan cümlemin içine tekrar. İçimize çeker koklardık  birbirimizi derin derin. İki elimi iki yanağına koymayı en çok severdim. Hani o hafif sarkık yanaklarına. Nedense yanaklarının avuç içlerimde oluşu farklı bir duyguydu bende. Bazen yanaklarını canını yakar derecesinde sıkar, kendime doğru çekip nefes aldırmayacak şekilde üst üste öperdim onu soluksuz. Dişlerimi sıkardım onu daha fazla acıtmayayım diye. Beni seviyor musun yoksa canımı mı yakıyorsun? der üzgün bakardı yüzüme. Onu öyle severdim ki, sevişirken çoğu zaman gözyaşlarımı tutamaz ağlardım çıplak tenine. Onu yıllar önce tanıyabilmeyi, birbirimize daha fazla zaman ayırabilmeyi isterdim. Ondan daha çok şeyler öğrenmeyi. Onun kıyıcığında doğan bir sürü güne günaydın deyip yanaklarını sıkabilmeyi ve onu hep içime çekebilmeyi çok isterdim. 
Varlığı için minnettardım. Minnettarım. 
Ölsem de gam yemem dedim sayesinde.
Ben pek bi hareketliyim ya, o da tam tersi durgun ve sakindi hep. Huzurdu bana. Dinç ve yapılıydı. O yaş o bedene on gömlek fazlaydı aslında. Sağlıklıydı. Çok güldürürdüm onu ben ve ömrü uzardı daha da.   Bu şey ettimini vatı sapı var ya telefonların,  işte onlar bazen hem melek hem şeytan oluyorlar ya  hani  ☺  canıııım derdim ses yok,  bi da canıııım derdim yine yok,   hu huuuu hu hucuuum derdim çevrimiçi bile yok. Ehhh! ondan sonra başlardım bütün futbol takımlarının küfürlü tezahüratlarını yazmaya. Bazen sesli kayıt bırakırdım onları erkek tonuyla söyleyerek. En çok buna güler sen delisin derdi.
 ‘’ Çıktım taşın üstüneeee açtım bacaklarımııııı 
altımdan geçen aşkım yesin……mıııı  
Portakal soyulur mu tadına doyulur muuuuu
Aşkım sana bi…….sam oradan duyulur muuuuu ‘’ der ve nihayet sesimi duyururdum  ☺ 
Aşkım buraya heyyy! Aşkım buraya ☺ İbne vatsap…ibne vatsap  ☺
Ya da toplantılarında pislik yapar seksi pozlar, karikatürler gönderirdim. Aklı bana kaçıversin diye.
En çok vatımızdan iletişim kurardık. Vatımız sapımız bizim hayat bağımız olmuştu. Yani isteyerek değildi bu durum ama buna da razıydık. Oradan bile saatlerce yazışır bol bol güler hatta kavgalar bile ederdik.  Yani kaprisler desem daha yumuşak olur. Hatta kadınsı kaprisler diyeyim ki ☺ daha da yumuşak özeleştiri girsin içine. Bence içinde eğlencesi bol olan bir ilişkiydi. Diğer bi çok artılarıyla birlikte düşünüyorum da çok eğleniyorduk biz.
Sanki onarıyordu beni. Dinlendiriyor, özgüven kısmıma bakım yapıyordu. Bir gün yeni bir parkura çıkacağımı ikimizde sanıyorduk belki. Yeniden yelken açacağımı denizlere. Bizim birlikte yaşamak gibi bir sonumuz olamazdı. Hem de hiç olamazdı. Zaten olmasını istemediğimiz şeylerin hayalini kurmayız ya, ben de öyle bir hayale zaman ayırmamıştım. Sadece onu yaşamak istemiştim. Bizi ayırabilecek tek şey özlem derdik. Çünkü ikimizde birbirimizi çok özlüyorduk.  O yoğun hatta çok yoğundu. İçinde bulunduğu şartların gerginliği , stresi  ve ülke sıkıntıları da tuz biber oluyor, onu daha da yorgun kılıyordu. Toplumsal statüsü gereği her zaman yanımda da olamıyordu. Hafta da bir iki olsa da kavuşmalarımız, vatımızdan zaten koklaşıyorduk her an. Ne yazık ki bizi özlem değil onun yorgunluğu ayırdı.  Bu canım onun göğsünün üstünde son bulsun çok isterdim. Çok isterdim o daha da yaşlanıp bakıma ihtiyaç duyduğunda ona bakmayı. Öpe koklaya bakmayı. Bunu çok severek yapar hiçbir şeyinden gocunmazdım. Onu hafta da bir de görsem iki kez de görsem de buna razıydım. İşler güçler desek de asıl onun aşk perisi bitkindi. Bedeni değil, perisi ölüme yüz tutmuştu. Çok aşklar sığdırmıştı o yaşına çünkü. Çok sevdalar. Ama dedim ya aşk perisi sanki toprağa bakıyordu. Onu canlandıramadık. Dünya üzerinde taşıdığımız bedenin yaşı değildi sorun,  aşk perilerimizin yaşıydı. Ve onun korkuları. Büyük büyük korkuları. Aşkının, sevdasının da üstünde gördüğü büyük korkuları… 
Belki de bir çoklarınızın korkularıdır, mutluluğunu bitiren, sağlığını çürüten. 
Oysa aşk,  tılsımını koruduğumuz sürece vardır. Tılsımını yitirdiği an büyüsü bozulur. İşte başımıza o gelmişti. Büyü bozulmuştu artık. Aşk perisi tılsımını yitirmişti. Sihirli çubuğu ışıltılar bırakmıyordu kalplerimize. Ya da benim kine. Ve bir gün ona yük olduğumu söylediği an kalbim buz kesti. Oysa daha Oslo ya gitmemiştim ki üşüsün. Ondan uzaklaşmamıştım ki üşüsün. Onun kıyılarındaydım ama güneş kalbime doğmamaya başladı. İşte! o an anladım güneşe kapılarını açan perim almış başını uzaklara gitmişti. Bir daha ona dönmemek üzere hem de. Onu deliler gibi seviyordum, hala da çok seviyorum ama artık aşık değilim. Hayranı değilim. Yorgunluğu ve ağzından çıkan birkaç kelime aramızda ki tılsımı yok etmişti. Beni de buz etmişti.  Aşkın kıymetini bilmeyen insanlara biraz üzülüyorum. İyi bakamayanlara, koruyamayanlara sadece üzülebiliyorum. Bana göre yaşamda bizi genç tutan, canlı kanlı tutan, yaratıcı olmamızı sağlayan, gülücüklerimizi çoğaltan, mutluluk hormonumuzu çoğaltan bedenimizin ruhumuzun altın yumurtlayan tavuğu gibidir aşk. İçimizde ki aşk perisini öldürürsek bedenimizde ki, tabiat ananın toprağına bir damla yağmur yağmaz artık. Kurur gideriz. 45 yaşında ne istediğini bilen bir kadın olarak, kalan ömrümde sadece kıyısında olmak istedim. Ama beceremedik,  yaşamda çok zor bulduğumuz tamlanmayı sakınamadık. Koruyamadık. Yelkenlime bindim ve rotamı belirledim. Ona olan sevgim öyle büyük ki, küçük kırgınlıklarım ona el sallamak için, cama çıkmaya korkuyor ☺  Yaşadığım sürece minicik toz kondurmadan saklayacağım onu içimde. Zira çok temiz bir adamdı. Mis di kendi kokusuyla. Yüreğiyle. 
Öyle garip ki, içim…İşte! Kadınların bu kırılma noktaları var ya hani deli cesaretin geldiği an, sanırım artık oradayım. Onu kaybetme korkumla artık burun buruna geldim, yüzleştim ve yendim onu. Özgürlüğümüzün tek anahtarı korkularımızla yüzleşmektir. O an anlıyoruz aslında kendimizi kendi zihin oyunlarımızla korkak yaptığımızı. Korkularımızı zihnimizde besleyip, künyelerine canavar yazıp sonra da onlardan köşe bucak kaçtığımız. Onlar saltanatını sürerken bedenlerimizin ve duygularımızın, bizler de bir kere yaşayacağımız hayatlarımızı zindana çeviriyoruz. Gönülden diliyorum, herkes korkularıyla yüzleşebilsin özgürlüğün, hayatın, sağlığın, aşkın, mutluluğun ve keyiflerin tadını çıkarsın. 
Eeee! 
E si şu ;  Okurum bana kızdı ya, bi önceki yazını beğenmedim dedi hani. Sebebini anladım da onu yazayım dedim size.  Yahu kafanız dağıldı işte biraz fena mı oldu? Gerçek aşkların neredeyse kalmadığı bu sistemde, aşk perinize ve aşkınıza iyi bakın diyorum. Her şeyin kıymeti kaybedince anlaşılırmış sonra üzülmeyin diyorum. Haa! benim gibi enerjiniz ve ölmemiş periniz varsa onu bilemem  ☺   Tam yol ileri derim. 
Evet ben aşk kadınıyım...Yelkenimin son bakımlarını yapıyorum  Ayrılırken onunla helalleşicem merak etmeyin. Elini öpücem.
Biz nasıl olsa biz bizeyiz hep ☺
Okuyan gözlerinize,
Pıt pıt atan aşk dolu kalplerinize sağlık. 
Seni seviyorum….  

 
Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —