Gökçe KARAKOÇ
Başladığım işlerin sonunu getirememek gibi bir problemim olduğunu fark ettim. Genel olarak sonlara ulaşamıyorum.
Bir işe başlamak bitirmenin yarısı deselerde; sonunu getiremediğin başlangıçların bir anlamı yok ne yazık ki. Hayatım mükemmel başlangıçlarla fakat yavaş yavaş azalan istek ve heyecanla sıradan sonlara yöneliyor.
Çoğu insanın fark edemediği bu sorun belki de günümüzün hastalığı olmuş durumda. Siyasilerin, yazarların, bilim adamlarının hemen hemen her meslek grubundan insanın sorunu; şevk ile başladığımız işi yarım bırakmak, yapacağımızdan emin olduğumuz sözlerimizi yerine getirememek. Neden başlangıçlar bu kadar güzelken sonlar sıradan?
Hepimiz mutlu sonları severiz, bekleriz, isteriz o yüzdendir dizilere filmlere olan büyük tutkumuz. İzlerken içten içe biliriz ki, karakterimiz düşse kalkacaktır, hasta olsa kurtulacak. Ana karakterdir çünkü o başroldür. Mantıksal olarak ölemez o yüzden izlerken heyecanlansak da bilinçaltımız mutlu sonun yaklaştığını görür. Hatta öyle ki buna karşı gelen filmleri izlemeyi reddederiz.
Peki neden izlediğimiz filmlerdeki başrollere inancımızı kaybetmezken kendimize bu kadar acımasız oluruz, niçin yaşamımızdaki başrol hissetmeyiz kendimizi? Çünkü biliriz ki sonumuz filmlerdeki gibi bitmeyebilir. Bu yüzden yaşadığımız kötü olayların üstesinden kolayca gelemeyiz, daha kötüye gideceğini düşünürüz. Uzun süreli hayatının aşkı olduğunu sandığı birisinden ayrılan bir kadını ele alalım. Kadın bir daha aşık olamayacağını yalnız öleceğini düşünür. Ama bu herhangi bir kurguda olsaydı eğer bilirdiki dünyanın en iyi erkeğiyle karşılaşacak mutlu olacak… İşte sonlar böyledir genellikle belirsiz, sebebi açıklanamaz, tahmin edilemez…
Son kaygımızdan dolayı çoğu kez özgürleşemeyiz hamle yapmaya korkarız ve başlarız sonlardan kaçmaya fakat her kaçışta yine dönüp dolaşıp kendimizi buluruz “son”da…