Kullarını yarattıktan sonra zor bir dünyada başıboş bırakmayan Allah’ın adıyla…
Hani şok olay, şok resim vs kanallar bu tür lanse haberleri pek severler ya… Bu modaya bir seferde ben uyup, bendenizle ilgili bir şok bilgiyi sizlere sunayım istedim. ☺
Sadece kendi rıza ve isteğimle başımı örttüğümde on yedi yaşlarındaydım. O sıralar ailemdeki sevdiklerime bu ani davranışımı anlatabilmek adına bir yazı yazmıştım gazeteye. “Allah korkusuyla örtmedim. Yalnızca fakültelere, devlet dairelerine başörtülü olarak alınmayan genç arkadaşlarıma destek için başımı örtüyorum.” diye. Elbette o vakitler örtünün hayatıma yıllar içinde ne harika imani zenginlikler getireceğini bilemezdim. Hamd olsun!
Elli yaşımı geride bıraktığım günlerde, başlarındaki örtüye hayranlıkla kimliklerine saygı ve sevgi beslediğim pek çok kimsede öyle İslama aykırı hallere şahit oldum ki, bir gün tıpkı ilk örtündüğüm an gibi ani bir saikle, başımdaki örtüyü omuzlarıma indiriverdim. Dost zannettiğim bazı kişilerin tepkisi ağırdı. Aslında topluma bu hareketimle vermek istediğim çok önemli mesajım şuydu. “Önce güzel ahlak! Nefsimizi kötülüklerden arındıralım.
Dış görüntümüzde Suret-i Hakk’tan bilinip de, esasında kul hakkıyla yüklü insanlar olmaktan kaçınalım.” Yani tıpkı Muhammed İkbal rahmetli gibi; “Kaç Müslümanlardan, sığın Müslümanlığa…” demek istedim çevremde eziyeti seven insanlara… Nankörlere, aykırılara. Ne yazık ki başkalarına bir mesaj vermek isterken, kendim ruhen yıprandım. Yaşlanana kadar tesettürü tümüyle yaşadığımın şahidi olan pek çok insanın davranışları acımasızdı. Henüz fikirleri, inancı netletmemiş, elli yaşlarda bile arayış içinde bocalayan insan muamelesine layık gördüler. Senelerce Hakk rızası uğruna elime aldığım kalemimi bile yok saydılar. Yazar olarak çok sosyal bir hayatım vardı. Onlardan kaçıp, kendimi evime hapsetmek huzur vericiydi. Yine de sağ olsunlar. Bu tepkileriyle bana ülkemdeki çok önemli bir meselenin varlığını da öğretmiş oldular. Şu cümlelerim Hicaz topraklarına giderken kaleme aldığım bir eski yazımdan;
“Yarın ben ve sevgili eşim için Hicaz Diyarına yolculuk vakti. Son günlerde dost bildiğim pek çok insana heyecan içinde veda ettim. Bizim buralarda Hac ziyareti yapacak kişilerle Alemlerin Efendisi'ne ve sahabesine selam göndermek eşsiz bir uğurlama şeklidir. Ben de tam elli beş yaşıma kadar kul olarak Arafat Tepe’sinde tamamlanacağım ve giderken kucağıma altın rengi selamlar götüreceğim günün hayaliyle yaşadım. Heyhat! Çevremdeki pek çok insanı ilgilendiren tek konu vardı. Hac dönüşü başımı kapatıp kapatmayacağım. Ve ortak temennileri: Bu ziyaretin artık Allah’a meylime, yakınlığıma vesile olması… O kutlu diyarda bol bol oruç tutup, günahıma tövbe etmem. Elbette her birine “amin” dedim de… Yine de sormadan edemedim esas Sahib’ime; ‘Bu ana dek kulların beni kiminle bilirlerdi, ruhuma günahsız huzurlar bahşeden canım Rabb’im? Zaten hep yanında değil miydim?’
Yaram varmış ki gocunmuşum. “Eh, yıllarca kendi arzunla kapattığın başını, bir zaman sonra yine kendi arzunla, bir bahaneyle açarsan sonunda olacağı buydu galiba Perihan!” diyorum. “Millet seni ehil görüp de, Peygamber’e selamını dahi sana emanet etmez işte.” Her neyse… Örtülüyken başımıza gelenler malum. Ama açık saçla gezmenin de bir bedeli olmaz diyenlerdenseniz, yanılmışsınız demektir. “
Şimdi bu sekiz, on senelik konuyu niye mi gündeme getirdim? Çok saygı duyduğum bir meslektaşım, büyüğüm bir insan, sohbetimiz arasında geçen hafta öyle bir talihsiz cümle sarfetti ki, doğrusu gönlüm aşırı yaralandı. Başımı açma olayımla ilgili; “Ben sizi tanıdığımda başınızda örtü vardı.” dedi. “Eğer öyle bilmeseydim sizi, asla sizinle aramızda dostluk olmazdı. Yazarlığınızı ciddiye almazdım. vs”
Eyvallah diyeyim. Aslında bugün ülkemdeki kutuplaşmalara en uzak birisiyim. Neden mi? Çünkü her fikirde insanlarımız arasında, bu iki birbirine tezat yaşama biçimim nedeniyle bir arada nefes alma fırsatım oldu. Kuzey, güney ormanlarında değişik iklimlerde, başka başka cadırlarda kamp kurmak gibi. Eskiden radikal zihniyetle uzak durmaya çalıştığım insanlar içinde de çok değerli dostlarım var artık. Ben artı veya eksi kim nasıl nitelerse nitelesin, tüm hayatımın arkasındayım.
Beşeri yargılama hakkı, yalnızca amelleri niyetlere göre değerlendirme vaadinde bulunan Yüceler Yücesi Rabb’ime aittir. Önemli olan yüreklerimizdeki Vedud aşkıyla, kalbinde zerre kadar Allah sevgisi bulunan tüm güzel insanları aynı heyecan, aynı hoşgörü ve aynı samimiyetle kucaklamak değil midir?
Nice mübarek ayları milletçe, ümmetçe birlik ve beraberlik içinde yaşamak duasıyla…
Perihan akçay