Antik dönemlere ait tarihi kayıtlarda bazı insanların '
sert nabız hastalığı'na yakalandıkları ve akupunktur, kan boşaltma ya da sülükler yapıştırarak kan emdirme gibi yöntemlerle tedavi edilmeye çalışıldıkları görülüyor.
20. yüzyılın başlarından itibaren '
hipertansiyon' olarak adlandırılan bu durumun
kalp krizi, felç, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği gibi ölüme ve sakat kalmalara yol açan hatalıklara zemin hazırladığını insanlık ancak son 30 yıldır keşfedebilmiş bulunuyor.
Dünya Sağlık Örgütü'nün kayıtlarına göre dünyada
1.5 milyardan fazla insanda bulunan hipertansiyon günümüzde en sık görülen müzmin hastalık, muayenehanelere en sık başvuru sebebi, en sık reçetelenen teşhis olma özelliğini taşıyor. Hipertansiyonun dünyada her yıl yaklaşık 8 milyon insanın ölümüne, 90 milyon kişinin maluliyet haline yol açtığı bildiriliyor.
Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği'nin 2008 yılı verilerine göre ülkemizde 18 yaş üstü erişkinlerin yaklaşık 18 milyonunda hipertansiyon mevcut. Başka bir ifadeyle erişkin kadınlarımızın %36'sı, erkeklerimizin %28'i hipertansiyon hastası. Sağlık Bakanlığı'nın 2004 yılına ait verilerinden hipertansiyonun önlenmesiyle her 4 ölümden birinin önlenebileceği anlaşılıyor.
Bunun yanısıra erişkinlerimizin %44'ünde 'prehipertansiyon' adı verilen, tansiyonun normalin üst seviyelerinde seyrettiği risk faktörü mevcut. Bu bireylerin hipertansiyon adayı olmalarının yanı sıra, hipertansiyona bağlı komplikasyonlar gelişen hastaların %15'inin prehipertansiyon safhasında oldukları bildiriliyor. Bu istatistiklere göre toplumumuzda 18 yaş üzerindeki erişkinlerin yalnızca %26'sında ideal kan basıncı ölçümleri söz konusu. Başka bir deyişle ülkemizde 18 yaş üzerindeki kişilerin yalnızca dörtte birinde tansiyon ölçümleri tamamen normal!
İleri yaş hastalığı olarak bilinen hipertansiyonun görülme yaşı dünyada ve Türkiye'de giderek düşmekte. Ülkemizde 30'lu yaşlarda dahi her 5 kişiden birinde, 40'lı yaşlarını süren bireylerin %39'unda, 50'li yaşlarda her iki bireyin birinde hipertansiyon gelişmekte, 75 yaş üzerinde bu oran %80'e ulaşmakta. Özellikle aşırı kiloların ve fazla tuz tüketiminin kan basıncı üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle 13-14 yaşlarında hipertansiyon görülme sıklığının artıyor.
Teşhisi yalnızca tansiyon ölçümü gibi basit bir yöntemle yapılan, tedavisi çoğu hastada güçlük arz etmeyen hipertansiyonun kontrol edilmesiyle kalp-damar hastalıklarına bağlı ölümlerde %33, felç riskinde %42, kalp krizi riskinde %20-25, kalp yetersizliği riskinde %50'lik düşüş sağlanabiliyor. Bu çarpıcı gerçeklere rağmen hipertansiyon konusunda gelişmiş ülkelerde dahi farkındalık şaşırtıcı ölçüde az. Kanada'da yayınlanan bir çalışma toplumun %44'ünün normal ya da yüksek kan basıncını ayırt edemediğini, %80'inin hipertansiyon ile kalp hastalığı arasındaki bağlantıdan habersiz olduğunu, %63'ünün hipertansiyonun ciddi bir durum olduğuna inanmadığını, %38'inin kan basıncını profesyonel sağlık yardımı almadan da kontrol edebileceğini düşündüğünü gösterdi.
Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği'nin çalışması ülkemizde hipertansiyon hastalarının yalnızca %40'ının bunun farkında olduğunu, hipertansiyonu olan hastaların üçte birinden azının ilaç kullanmakta olduğunu şaşırtıcı bir biçimde gösteriyor. Tansiyon ilacı kullananların sadece %20'sinde kan basıncı kontrol altındayken tüm hipertansiyon hastalarımızın sadece %8'inde tedavi hedefine ulaşılabildiği anlaşılıyor.
Önlenmesiyle her 4 ölümden birinin önlenebildiği, tanısı sadece tansiyonu ölçmekle konabilen, yüzlerce ilaç seçeneğine sahip olduğumuz, hastaların büyük çoğunluğunda sadece yaşam tarzını değiştirmekle ve doğru ilaçlarla tedavinin başarıya ulaşabildiği hipertansiyonla ilgili toplumumuzun bilinçlendirilmesi fevkalade önemli. Unutmamalıyız ki her ne kadar hastaların bir bölümünde baş ağrısı, çarpıntı, göğüs ağrısı, burun kanaması, kulaklarda çınlama vb. belirtiler verse de hipertansiyon çoğunlukla sessiz bir hastalık. Ülkemizde ölümle ilişkili risk faktörlerinin en önemlisi, başka bir deyişle erişkinlerimizin sessiz katili...