1915 Yılının Ocak ayı başları… Avustralya’dan yola çıkan bir Anzak Kolordu Birliği Mısır’a gönderiliyor. İngiliz ve Fransızlar bu birliği Çanakkale’ye çıkarma harekatı yapmaları için üç ay boyunca eğitime tabi tutuyorlar. Nisan sonlarına doğru Anzaklar, Afrika’da başardıkları sayısız tatbikatlardaki gibi müttefik kuvvetlerine ait destroyerler komutasında, Çanakkale Boğazı’ndaki kıyılara çıkarma yapmaları amacıyla götürülüyorlar. Avrupa’lı kurnaz… Plana göre Anzak askerler kıyıya çıktıktan sonra iç bölgelere hızla ilerleyip, Türk mevzilerini darmadağın edecekler. Arkalarından gelen Fransız ve İngiliz birliklerine böylelikle güvenli bir koridor açacaklar. Fakat ne derler? Çöl çadırlarında yapılan hesap, çarşıya uymazmış. Askerler yanlış kıyıya çıkarma yapıyorlar. Vakit gece yarısı. Yer boğazın Arıburnu Bölgesi. Operasyona başlanıldığı an, müthiş bir aydınlık karanlığı ışıtıyor. Türk askerlerinin top ateşleriyle Anzaklar neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Kimi daha filikalarından inmeden ölüyor. Kimi sırtlarında taşıdıkları cephanelerin ağırlığıyla denizde boğuluyor. Sahilde ilerlemeye muvaffak olanları ise, karşılarında kendilerine vaad edilen düz kıyılar yerine kayalarla örülü bir dağ buluyorlar. Onlar da Osmanlı kuvvetleri tarafından esir alınıyorlar.
O gece ikibin Avustralya askeri ölüyor. Bu olayın acı hatırasına her 25 Nisan’da Anzakların torunları ülkemize gelip, atalarının can verdikleri kıyılarda Şafak Ayini yapıyorlar. Bu gerçekten dünya tarihinde eşi görülmemiş bir olay. En çok da bizler için enteresan. Çünkü biz doğu toplumları tarihimizdeki hezimetleri hatırlamaktan hoşlanmayız. Yenilgilerimiz adeta gelecek nesillere unutturulmak istenen hadiselerdir. Bu tür günler için bir anma merasimi veya gün kutlaması yapmak tarzımız değil. Batı’da ise bizlerin aksine, yenilgiler daima hatırlanır. Geçmişin acıları onlar için halklarına ders niteliğindedir.
İkibinden fazla askerini kaybeden Anzaklar için önemli tarih 25 Nisan. Bizim nezdimizde ise Çanakkale Deniz Zaferini kutladığımız 18 Mart… Kaderin hazin ama bir o kadar da saygıya layık cilvesi… Böylesi görülmüş müdür? Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda Avustralya Japonya ile de savaşmıştır. Ama onbini aşkın Anzak, hiçbir zaman o ülkeye gidip bir ayin yapmamıştır. Çanakkale’de savaşıp da, sonrasında bu savaşı dostluk sebebi haline getirmiş tek nadir iki halk, Türkler ve Anzaklardır. Birbirlerini öldürmek amacıyla karşı karşıya gelen dedelerinin aksine, onların torunları bugün aynı mekanlarda kucaklaşmayı bilmişlerdir. O vakitler sağ kalıp da, ülkelerine dönebilen Anzaklar, kendilerini esir alan Müslüman erlerden gördükleri nezaketi, ilgi ve şefkati yaşamları boyunca asla unutamamışlar. Onlardan sonra gelen nesiller dedelerinin dilinden, yaralandıklarında sırtlarındaki gömlekleri yırtıp, düşman askerinin yarasına bağlayan; fakat kendi yaralarına kuru ot basarak hayatta kalmaya çabalayan; az miktarda yiyeceklerini dahi Anzak ya da diğer esir yabancılarla paylaşan kahraman Osmanlı Türklerinin onurlu öykülerini dinlemişler. Bugün o kahraman askerlerimize duyulan hayranlıktır ki, düşmanlarımızın torunlarını dünyanın en uzak diyarından topraklarımıza getirtiyor.
Atalarımızın muhteşem direnişine duyacağımız vefa, her Çanakkale Zaferi günlerinde farklı hizmetlere talip olmamızla başlar. Değişik programlar düzenleyebiliriz. Mesela Avustralya’lı Türk kardeşlerimiz Anzak Günleri dolayısıyla, Avustralya okullarında Çanakkale ve Gelibolu Yarımadası’nın ders olarak okutulduğunu söylüyorlar. Çocuklarının, dedelerinin can verdiği toprakları tanımaları düşüncesiyle, bu ilimizin doğal ve tarihi zenginliklerini okul kitaplarında konu olarak işlendiğini teyid ediyorlar. Düşününüz. Avustralya’da yaşayan binlerce Türk kardeşimiz var. Bizler de Anzaklarla aynı yolu izleyip, 18 Mart’larda onları Türkiye’ye davet ederek, atalarının şehit olduğu topraklarda kendilerini ağırlayabiliriz. Gurbetteki dostlarımızın bizim gençlerimizle kaynaşıp, tanışmaları; aralarındaki dostluk ve ticareti geliştirmek için de büyük fırsattır bu. Her yıl olan rutin anma günlerindeki törenlerden daha anlamlı olur.
* * * * *
Rahmetli büyükbabam, iki kardeşini Çanakkale’de nasıl kaybettiğini anlatırken nurlu yüzüne hem hüzün, hem gurur güneşi hakim olurdu. Yanlış yaptığımızda torunlarını uyarır, gözleri nemli; “Sizlerin mutluluğu için can veren mübarek ruhlu amcalarınızı küstürmeyin. Onların körpecik bedenlerinin toprakla tanışıklığı hatırına hep dürüst ve çalışkan olun!” derdi.
Bugün 18 Mart… Seherin aydınlığında ailemize sevimli bir bebek daha katıldı. Adı Seyyid Kerem. Benim minik kuzenim. Yeryüzünü ilk adımladığı bu zafer gününün muhterem ve güzel hatırasına onu büyütürken ceddini hep hatırlatacağız. Tıpkı büyük babamın her dem bize hatırlattığı gibi. Biri ondokuz, diğeri onyedi yaşında Çanakkale topraklarında şehit düşmüş Mehmet Hadi ve Mehmet Ali Efendileri hiç unutmayacak Rabb’inin izniyle. Dilinde daima yüreklerimize hükmeden ihtiram yüklü o mısralar olacak.
“Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı/ Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı.” Aziz şehitlerimize sonsuz rahmet ve dua ile.