“ Yaşamak yeryüzünde rastlanılan en nadir şeydir, İnsanların çoğu sadece var oluyorlar o kadar” Oscar Wilde
Hz. Mevlana,17 Aralık 1273 yılında bedeniyle bu âlemden ayrılıp Allah’a kavuşur. Hz. Mevlana’nın, Yaradan’a kavuşmadan duyduğu mutluluktan dolayı o güne Şeb-i Aruz(düğün gecesi) denir. Ölmek bir son değil , ebedi alemde bir başlangıçtır.
***
Hz. Mevlana:
“Herkes bedeninin ölümünü düşünüyor, yüreğinin ölümünü düşünen yok” derken de…
***
“Sanma ki yıkıldık
Sanma ki çöktük,
Bir başka bahar için
Sadece yaprak döktük” derken de…
***
“Ölünüz, ölünüz, bu aşk uğrunda ölünüz! Aşk uğrunda ölürseniz, bedenle yaşamaktan kurtulur, baştanbaşa ruh olursunuz! Ölünüz, ölünüz bu ölümden korkmayınız! Çünkü ölümle ,şu kirli topraktan kurtulur,göklere,ötelere yükselirsiniz! Ölünüz ölünüz bu nefs-i emare den sıyrılınız! Çünkü bu nefis bağ gibidir, zincir gibidir, sizde o zincirle bağlanmış birer esir gibisiniz! Zindanı delmek için elinize bir kazma alınız. Zindanı delebilirseniz padişah da siz olursunuz, emir de siz olursunuz! Ölünüz ölünüz de sizi aşkın nurundan mahrum bırakan günah bulutlarından dışarı çıkınız! Buluttan dışarı çıkınca ayın on dördü gibi parlak bir “ mana” ayı olursunuz! Susunuz susunuz susmak da ölümün nefesidir! Yani bu susuşunuz da, yani ölüşünüz de bir dirilik vardır.”( Divan-ı Kebir 636 )derken de…
***
İnsanları derin anlam denizin de, bilgelik yolculuğuna çağırır.
***
Avustralya’nın yerli ve bilge halkı Aborjinler, diğer insanların doğum günlerini neden kutladıklarını bir türlü anlayamazlar Onlar daha iyi olmayı kutlarlar. Eğer geçen yıla göre daha iyi, daha bilge olunmuşsa bu kutlanacak bir şeydir . Bunu ancak sen bilirsin ve kutlama partisinin ne zaman olacağını da kendin söylersin…
***
İşte o bilge Aborjinler der ki “bizler ziyaretçileriz bu zamana, bu yere. Geldik ve geçiyoruz… Görevimiz ise incelemek, öğrenmek, büyümek ve sevmek… Sonra evimize döneceğiz…”
***
Özcan Yüksek in deyişiyle “Mesnevi, rüyalar güldestesidir. Mesnevi anlatır, bir fil, rüyasında Hindistan’ı görmüştür. Fil zincirlerini kırar ve tutsak olduğu diyardan ülkesine kaçar. Kimse onu tutamaz. Çünkü fil Hindistan a aittir. Onun nazargahından söyler isek eğer, dünyalı ,aslında başka bir diyardan kopup gelmiştir,burada tutsak olarak yaşar.
Derler ki, ipek kurdunun ördüğü ipek kendi kefenidir.
İpek kurdu kelebek olmaya sevinçle uyanır. Yavaşca ve döne döne, bir o yana bir bu yana uçmasının nedeni , gördüğü rüyanın şaşkınlığıdır.”
***
Eski Yunanca da kelebek ve ruh için aynı kelime kullanılırmış. Psişe( psyche )sözcüğü her iki anlamı da karşılarmış. Mitolojide ki Ruh Tanrıçası Psyche’nin kelebek kanatlarıyla tasvir edilmesi bundanmış. Antik Yunanlılar ölümü bir yeniden doğuş ve dönüşüm olarak görmüş, ölenlerin ruhlarını kelebekle özdeşleştirmiş.
***
Sadece Kuzey Kutup bölgesinde yaşayan “ tüylü tırtıl” isminde bir canlı vardır. Bahar gelince ortaya çıkar. Ancak havalar soğuyunca, gidecek yeri yoktur, uçamaz da. Kuytu bir kaya dibi bulur. Havalar iyice soğumaya başlayınca o kaya dibine girer. Ona verilen inanılmaz ve ayrıcalıklı özellik sayesinde, kutup soğuğunda donar, minik kalbi durur -40 derece soğuğu o kaya dibinde ölü gibi geçirir. Buzlar eriyip, kutba bahar gelince, tırtılın saklandığı kaya dibinde hareketlilik başlar. hava ısınıp, buzu eridikçe,kanı ısınır,kalbi atmaya başlar,yeniden canlanır.Bu olay 14 yıl boyunca tekrarlanır. Tırtıl, kelebek olma gücünü kendinde bulana dek ,defalarca donar,defalarca hayata geri döner.Sonra bir bahar koza örmeye karar verir.Kozasından da kelebek olarak çıkar “sema eder gibi “döne döne çiftleşmek için uçar gider.
***
“Tırtılın dünyanın sonu dediğine; usta kelebek der.” diyor Richard Bach
***
Öyleyse…
***
Ölmek, gerçekten ölmek midir?