M.Emin Ballı

Tarih: 27.05.2024 11:44

Galatasaray'ın Neuchatel’le Açılan Başarı Kapısı!

Facebook Twitter Linked-in

İlkokulu toprak kokulu köy okulunda, Ortaokulu gurbete çıkarak ilçede, Liseyi ise İstanbul’da okuduk. İnsan çocukluğunu unutamıyor ya, biz gençliğimizi de buna kattık. Her insanın bir renk tutkusu vardır, bizim ki de sarı-kırmızı renklerdi. Bakırköy’de lise yıllarında bu renklere gönül veren arkadaşlar olarak, Çarşamba günleri öğleden sonra boş rehberlik derslerimizde Florya’ya gider, heyecanla Galatasaray’ın antrenmanlarını izlerdik.

Artırdığımız harçlıkla da bazen hafta sonları Ali Samiyen’deki önemli maçlara giderdik. İşte benim gibi birçok insanın hiç unutamadığı efsane maçlardan biri olan Galatasaray-Neuchatel Xamax  maçı hatırasını edebi değere büründürerek hikayesini paylaşmak istiyorum sizinle:
1988 yılı Türkiye şampiyonu olan Galatasaray, Avrupa takımlarından eşleştiği Neuchatel Xamax deplasmanda 3-0 yenilmişti. Maçın son düdüğüyle birlikte tüm gazeteler, “Bu skorla Galatasaray’ın tur atlaması gerçek hayatta değil, olsa olsa rüyalarda yaşanacak bir durum!” diye manşet atmışlardı… Ancak bu manşetlere inanmayan bir kişi vardı. O da genç teknik adam Mustafa Denizli. O günlerde kendisine uzatılan TRT mikrofonuna;
'Biz bu takımı eleriz!' diye kısa bir demeç vermiş, bunun üzerine Spikerin;
'3-0'dan elemek biraz zor olmaz mı?' sorusuna ise Denizli;
'Gerekirse 5 atar, eleriz!' diye yanıtlamıştı...

Ertesi gün, bütün gazeteler bu defa Mustafa Denizli’yi alaya alan, onu 'Hayal tacirliği!' ile suçlayan manşetler atmışlardı. Gazetelere göre tur çoktan gitmiş, Cimbom elenmişti…

Rövanş maçına kadar olan  geçen iki hafta boyunca Mustafa Denizli, kim mikrofon uzatsa; futbolcularıyla birlikte adeta bütün kamuoyunun da beynini yıkayan demeçler vermeye başladı ve “Bu turu atlayacağız!” iddialı söylemlerde bulunmaya başladı. Ancak kimilerine göre yine de 3-0'ın kolay aşılamayacağı gün gibi ortadaydı. Denizli’nin beyin yıkamaktan ziyada inadına beyin yakan bu iddiasına en çok inananların başında 12 Eylül’ün darbeci komutanı Kenan Evren bile sessiz kalamamış, Galatasaray’ın Neuchatel’i 4-0 yenerek eleyeceğini iddia etmişti...

Gazeteler ve basın-yayın camiasının günlerce attığı manşetlerle, İsviçre’de yaşananların Türkiye’de yoğun bir infial yaratmasının ardından Galatasaray, mevzuyu en iyi şekilde kullanarak Neuchatel Xamax maçını bir anda ‘milli dava’ya çevirdi…

O zaman, şimdiki gibi Avrupalı rakiplerin Türk takımlarına karşı desteklendiği ve tribünlerde 'Roma polisine kalkan eller kırılsın!' şeklinde pankartların açıldığı günler değildi.

Mustafa Denizli ise umudunu kesenlere inat, birçoğunun alt yapıdan geldiği genç oyuncularını iyi tanıyor ve onlara güveniyordu. Galatasaray yönetimi de teknik direktöre tam destek vererek, tur atlamak için ne gerekiyorsa kollar sıvamışlardı.

Galatasaray yönetimi, ‘milli dava’nın amacına uygun şekilde Neuchatel maçı için Adidas’a özel bir forma yaptırdı.

Forma alışıldığı gibi sarı-kırmızı değil; günün anlam ve önemine binaen, biraz da ‘Milli takım’ havasını yakalayabilmek için kırmızı-beyaz renklerde yapılmıştı. Öyle ki, formanın göğsünde ufak bir Galatasaray amblemi olmasa formaları milli formalardan ayırmak imkânsızdı.

Bizler de genç Cimbomlular olarak bu gelişmeleri günlük gazetelerden an be an takip edip maç günü geldiğinde de zar zor bulduğumuz maç biletiyle Ali Samiyen stadının yolunu tuttuk, bin bir heyecanla…

Tarihler 9 Kasım 1988'i gösterirken, Fransız hakem Joel Quiniou'nun yönettiği maça Galatasaray şu kadroyla çıktı:

Zoran Simoviç, İsmail Demiriz, Bülent Korkmaz, Cüneyt Tanman, Erhan Önal, Semih Yuvakuran, Savaş Koç, Arif Kocabıyık, Uğur Tütüneker, Cevad Prekazi, Mirsat Kovacevic, Tanju Çolak, Metin Yıldız… Bir de yedekler arasında yer alan gencecik Okan Buruk…

Stada daha fazla seyirci gelmesi için maç televizyondan da yayınlanmayacaktı... Türkiye tek yürek olmuş, o gün sokaklar boşalmış, radyo başında Levent Özçelik’in ağzından çıkacak gol sesine kilitlenmişti.
Maç saati geldi çattı ve Fransız hakemin ilk düdük sesiyle Galatasaray maça hızlı başladı. Yaralı aslan gibi değil, pençeleri çelikten bir inançla saldırıyordu. Bu arada teknik direktör Mustafa Denizli, cezası nedeniyle maçı tel örgüler ardında seyretmek zorunda kalmıştı...

Tüm Türkiye’nin tek yürek olup dinlediği maçın ilk stresli dakikaları atlatılmış 19'uncu dakikasında çevik bir vücut çalımıyla ceza sahasına giren Uğur Tütüneker plasesiyle Galatasaray’ı 1-0 öne geçirdi.

Bizler tribünlerde oturduğumuz yerden havaya zıplarken Tüm Türkiye ayağa kalkmıştı!.. Maçın ilerleyen dakikalarında yürekler ağzımızda da olsa şeytanın bacağı kırılmış, hop oturup hop kalkıyor, tribünlerdeki “Re re, ra, raGassaray Gassaray cimbom bom…” marşları, gök gürültüsü gibi Neuchatelli futbolcuların üzerine kabus olup çökmüş olacak ki, bizim futbolcular sel gibi atak üstüne atak yapıyordu. Ali Samiyen o gün Avrupa takımlarının cehennemi olacağının sinyalini öyle bir çakmıştı ki, bakan yabancı gözler korkuyla izliyordu...
İlk yarının son düdüğü çaldığında, buram buram terleyen futbolcular soyunma odasının yolunu tutarken, biz taraftarlar da heyecan ve endişenin iç içe geçmiş ruh halimizle köftecilerin yolunu tutarak:

'Eyvah!.. Ya stattan turu atlamamış olarak çıkarsak?' sorusu herkesin beynini kemiriyordu.
Ancak içeride tura inan teknik drektör ve 16 Aslan'ı vardı ki Denizli 'Çıkın bu halk için turu alın!' diyerek gladyatörlerini arenaya uğurlamıştı ikinci yarı için…

İkinci yarı da tribünlerin coşkusuyla başladı, dillerde ise; “Tanju, Prekiz, Uğur!... tezahüratlarıyla inliyordu…
Bu inanç onları da fişeklemiş olacak ki, ikinci gol kendini fazla bekletmedi ve her zamanki klasik ikili şirket çalışması başladı; Cevad Prekazi’nin soldan ortaladığı topu Tanju sol ayağıyla Neuchatel ağlarını havalandırdı ve o an tribünlerle birlikte radyo başında ki tüm Türkiye ayağa fırladı; “Gool!” diye, maç 2-0 oldu.

Tribünler artık ayaktaydı ve tek ağız, “Bastırır, bastır Cimbom bom…” diye haykırıyordu.  76'ıncı dakikaya kadar seyirci hiç susmadı ve inançça takımı fişeklemeye devam etti…
Radyosu başında herkes 'Her şey bitti!' dediği anda sahneye yine o çıktı! Anadolu’nun genç tayları gibi yorulmak nedir bilmeyen Prekazi yine soldan çıktı ve yıldırım gibi çaktığı ortasına uçan kafayı yapıştıran ilk golün sahibi Uğur Tütüneker oldu. Değil tüm Türkiye, neredeyse bütün dünyanın 'Gooooooool!!!' diye bağırdığı bir andı ve durum 3-0 oldu.

Artık her şey eşitlenmişti.  Neuchatelli futbolcuların ayaklarını yavaşlatan moral bozukluğuna karşı Galatasaray dur durak bilmiyor, yüklendikçe yükleniyordu…

Yürekler ağızda maçın son çeyreğine gelinmişti! İleride dünya futbol tarihinde altın, gümüş, bronz ayakkabıya sahip 3 golcüden biri olacak olan Tanju Çolak çıktı sahneye. Saatler 80'inci dakikayı gösterdiğinde, kral Tanju’nun arz-ı endamı başladı; Havadan gelen topa kalkan Mirsat topu Tanju’nun önüne indirdi. Hızla ceza sahasının solundan giren Tanju, önce topu sağına aldı, sonra da öyle bir vuruş yaptı ki, top adeta yay çizerek adresini bilen posta güvercini gibi doğruca rakip kaleye uçtu, biz ise bir birimizin kucağına… Maç skoru 4-0 olmuştu.

Bu golle tribünler çıldırdı ve komfeti patlamalarıyla yer sarı, gök kırmızı bulutlara büründü… Tüm Türkiye radyoları başında “Bu maç alınır!” düşüncesiyle yumruklarını sıkarken, radyodan nefes nefese maçı anlatan spiker Levent Özçelik’in sesi kısılmıştı.

O saatten sonra adeta sahada Neuchatel yok, tek takım vardı! O da tek kale maçı gibi saldıran aslanlardı…

Tanju’nun 89'uncu dakikada gelen 5'inci golü, muhteşem zaferi pekiştirdi. Bu golün nasıl geldiğini dahi kimse anlayamadı! Çünkü maçı izleyen herkesin gözü, kulağı hatta beyni kilitlenmişti adeta sevinç ve yükse tansiyondan…
Maçın son düdüğüyle sahadaki futbolcular tribünlere koşarken, tribündeki biz ise tellere hücum ettik! Maçı radyodaki dinleyenler stada koşarken, tel örgülerin arkasından atlayarak sahaya inen Mustafa Denizli de gözyaşlarını tutamamıştı!
Futbolcular, teknik ekip biz seyirciler, birbirimize sarılmıştık, sevinç yumağı…
TRT televizyonu o andan itibaren ekranlardan canlı yayına geçerek altyazı ile maçın tamamının hatta daha sonra da tekrarının tekrarını yayınlayacağını ilan etti.

Mustafa Denizli’yi hayal tacirliği ile suçlayan köşe yazarları vb. ertesi gün manşetlerde Denizli’yi 'Türkiye’nin en büyük düşünen adamı…' ilan etmişlerdi bile…

Bu zafer bir duygu seli halinde yaşanmıştı ve maç bittiğinde küçük bir ayrıntı gözlerden kaçıyordu! Yan hakemin kafasına gelen bozuk paralar gözlemci ve hakem raporlarına girmiş, İsviçreliler sahada yapamadıklarını masada yapacaklarını ilan etmişlerdi!
Kısa süre içinde UEFA semalarından Türkiye’ye bir bomba düştü! “Galatasaray, atılan bozuk paralar yüzünden bozuk para gibi harcanmak isteniyor!” yer almaya başladı gazete manşetlerinde. Kısa süre sonra da, Cimbom alnının teriyle kazandığı turu 'Hükmen yenik!' sayılarak kaybettiği açıklandı. Olayın yarattığı infiali Sabah Gazetesi manşetinde şöyle anlatıyordu;
'o.... cocuklari..!!!'
Daha sonra UEFA’da “Al takke ver külah” mantığıyla yaşanan savaşın ardından Alman Avukat Reinhard Rauball'ın savunmasıyla Galatasaray masadan da zaferle kalkmasını bildi.

Bu zafer Galatasaray’ın iki saha kapamasına mal olmuştu ama olsun sahayı kapattırsak da kazanan biz olmuştuk…

Neuchatel Xamax maçının verdiği moral ile Galatasaray, Fransa şampiyonu Monaco'yu da devirip yarı finale çıktı. Hatta bu maçta Neuchatel maçını anlatan levent Özçelik’ özen İlker Yasin, Monaco maçında atılan ilk golün ardından neredeyse hepimizin duygusuna ortak olarak;
'Aman Allah’ım! Ne müthiş bir şey… ağlamak istiyorum sayın seyirciler!!!' demişti…

Galatasaray bu Monaco galibiyetiyle Avrupa’nın ilk dört takımı arasına girdi. İşte bugün yeşil sahalarda yaşadığımız birçok başarının atfedildiği maç rüzgâr gibi gelip geçmişti. Ardında fakir ama başarıya aç ülkenin zor zamanlarında kurtarıcısı olarak siyasilerin de sarılacağı 'top”tan yaratılacak başarı hikayelerini bıraktı adeta; coşkulu ve hızlı akan, ışıltılı bir masal nehri gibi maziye aktı...
Sevginin tarifi yoktu belki ama böyle muhteşem bir hikayesi vardı; bizimle Türk spor tarihine düşülen edebi satırlarla... Fanatikliğimiz yoktu ama bu maçta kendimi bulduğum ve dahi yine kendimi kaybettiğim bir maçtı; sevgi, inanç ve başarıdan dolayı...

İşte 9 Kasım 1988 Galatasaray-Neuchatel Xamax maçında yedekler arasında hop oturup hop kalkan o günkü gencecik çocuk Okan Buruk, ilerleyen yıllarda Galatasaray’ın asları arasına yükselerek, UEFA ve Şampiyonlar Şampiyonluğu da dahil takımını yıllarca başarıdan başarıya taşıyıp, futbolculuğu bıraktıktan sonra da yine sırtladığı bugün Galatasaray’ı 24. Türkiye şampiyonluğuna ulaştırdı. Selam olsun sarı kırmızı renkler gönül verenlere… yazarmehmetballi@gmail.com 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —