Medine Demokrasisi
İslamın özüyle asla bağdaşmayan Daeş gibi eli kanlı örgütler, yabancılar tarafından Müslümanların inancı gibi lanse ediliyor. Çünkü yeryüzü hakimiyetini ellerinde tutan kapitalistler böyle istiyor. Onların nezdinde demokrasi İslam halkları için büyük lüks. Atina demokrasisini modern cumhuriyetin beşiği kabul ederler. Halbuki bu köle düzenini devam ettirmek isteyen hür bir azınlığın idaresidir. Esirlerin oy hakkı bile yoktu. Hz Muhammed’in hicreti zamanında ilan edilmiş İslam Site Devleti’nde ise çoğunluğun haklarını koruyan bir demokrasi anlayışı hakimdi. Kur’an ayetlerinin senelerce nazil olduğu düşünülürse, son söz yine de Müslümanların Liderine aitti. Diyebiliriz ki, tıpkı bu modelde olduğu gibi, ülkemizde de Batıdan ithal bir idare sistemi yerine, ilahi kaynaklı bir çoğunluğun demokrasi biçimine dayalı, yeni bir anayasa yapılabilir.
Medine Cumhuriyetini iyi araştırırsak, İslama en uygun yönetim şeklinin demokrasi olduğunu görürüz. Medine Sözleşmesi’nde Medine’de yaşayan tüm insanların, tüm grupların hak ve hürriyetleri yazılı olarak garanti altına alınmıştır.
* * * * *
Günümüzde pek çok Müslüman din alimi demokrasinin yapısının inancımıza aykırılığını savunur. Bizde demokrasi kavramına yabancı kalınması ve padişahlık dönemlerine özlem, dört defa kesintiye uğrayan demokrasi sistemimizin halkımıza çektirdiği çileler sebebiyledir. Batı kendi topraklarında en üstün şekliyle uyguladığı bir gelişmiş sistemin, Türkiye gibi ülkelerde yeşermesine izin vermedi. Çok partili demokratik düzende, suçsuz bir başbakanın boynuna ip geçirilmesi, milletin devletle bağını korkunç derecede zayıflattı. İnsanlarımız yakın tarihlere kadar cumhuriyeti kuvvetlendirme söylemiyle kurulan her yeni hükümetten devletin baskıcı tutumunu yok etmesini umut etti. Heyhat! Devlet ağır bürokrasiden çevresine kalın duvarlar inşa ederek, sadece kendi derin varlığını korumayı tercih etti.
Gerçek demokrasi esasında halkların kendi kendilerini yönetim biçimi… Modern insan haklarının karşılığı çoğunluğun menfaatlerini koruyan Medine Kardeşlik Akdi’nin çağımıza uyarlanmasıdır. Bugün artık bu egemenlik anlayışı çok daha gelişmişlik gösteriyor. Birey kendi devletinin insafına dahi bırakılmaz zihniyeti önemseniyor. Devlet erkinin her şeyin üstünde yer alan insan hakları gibi temel ilke ve değerlere bağlı kalması kabul ediliyor. Hukuk devletinin özü, bir devlet üstü hukukta değil, devletin egemen faaliyetlerini de denetleyen bir sistemde aranıyor. Bunun ismi gerçek demokrasidir. Tam ortasına da insan haklarını yerleştirmek gerekir. Doğru tarif bu… Maalesef kendi coğrafyalarında bu modeli gönül rahatlığıyla en başarılı tarzlarda uygulayan çağdaş devletleri yönetenlerin, kendi inançlarından, ırk ve kültürlerinden olmayan halk iradelerini aşağılayıp, yok saymaları yüzyıllardır büyük insanlık sorunlarına sebeb olmuştur.
Tarih boyunca tebamızda yaşayan hiç bir halka zulüm yapmamış bir millet olan biz Türklerin anlayışına göre hakimiyet salt halkların değil, onların içinden en çok adaleti, vahdaniyeti gözeteceklerin hakkı. Çünkü halk dediğiniz kitle, her millet içinde çeşit çeşit fikirde insanlar. Allah’tan korkmayan kişilerin O’nun kullarını yönetmesini ister misiniz? Bu insanların eline egemenliği verirseniz haliniz, geleceğiniz nice olur?
Küfrün tekrar hüküm salmaması için inancı üstün tutarak, Hakk’ın gölgesinde hakkı gözeten bir demokrasi eğer bize has bir yönetim biçimi olarak belirlenirse, dünyada şimdiki haliyle uygulanan demokrasiden çok üstün olacağı kesin. Çünkü inanç beşere sorumluluklar yükler. Sadece insana değil, hiçbir canlıya zulüm yapılmaması asıldır. Hayat tarzını hep iyiye doğru yönlendirmesi kula emirdir. Kişi onuru ve haysiyeti en yüce Yaratan tarafından koruma altına alınmıştır. Bu Ademoğlu için ne büyük bir lütuf ve ihsan!
İnsanlar arasında renk, din, ırk ve kültür farklılıkları ne olursa olsun, özgürce yaşamaları Yaratıcı’nın onlara verdiği bir asil haktır. Hiçbir siyasi otorite ve dini içtihatın onları bu ezeli haktan mahrum bırakması kabul edilemez.
* * * * *
Merhum Kamu Hukukçusu Münci Kapani, yıllar önce anayasamız hakkındaki düşüncelerini biz öğrencilerine şu cümlelerle not ettirmişti. .
“Türk Anayasası, Amerikan Anayasasının tam tersine, gereksiz ölçüde uzun ve ayrıntılı bir belgedir. Anayasanın ortaya çıkabilecek her olasılığa deva olabileceği yolunda yanlış bir inanışla, anayasayı hazırlayanlar düşünebildikleri her siyasi soruna çözüm getirmeye çalışarak, pek yorum yapacak alan bırakmamışlardır. Kendi irade ve ideolojilerini günümüz nesline ve gelecekteki kuşaklara kabul ettirmek istedikleri açıkca bellidir.”
Hocam Kapani’ye göre Türk Anayasa Mahkemesi'nin anayasayı yorumlamakta ABD Yüksek Mahkemesi gibi hareket özgürlüğü bulunmamakta. O halde diyebiliriz ki, demokrasimizin standartlarını yükseltmek için tek umudumuz, bugünkü koşullarda anayasamızı yeniden yazmak ve yorumlamaktır. Kanunların ruhuna kendi milletimizin ruhunu yansıtmaya çalışarak...
Özümüze uygun bir misal arıyorsak, Medine Sözleşmesi çağdaş Türkiye’ye ışık tutan katılımcı demokrasinin en mükemmel örneği sayılır. Medine’de halkın tamamı özgür insanlardan oluşuyordu. Sözleşmenin birinci maddesinde ümmet kavramına dikkat çekilir. Dilleri, kimlikleri ve inançları farklı insanların hakları gözetilmiştir. Kişi hak ve özgürlüklerinin garanti altına alındığının belgesidir. İlk özgür demokrasinin tohumu olan ilahi kaynak şudur;
“Dillerinizin ve ırklarınızın farklı oluşu Allah’ın ayetlerindendir./ Rum Suresi-22”
Ne yazık ki, İslam toplulukları bu sözleşmeye uyarak, ümmetin doğru yönde inşasına yanaşmamışlardır. Hakk’ın emirlerine değil, inancımıza yabancıların sözlerine itibar eden İslam halkları arasında bölünmüşlük asla giderilemedi. Afrika’yı açlığa, Ortadoğuyu zalimlerin ateşine terk ettiler. Anlı şanlı devlet reisleri İslam Kongrelerinde her defasında Medine Anayasasını dile getiren tebliğler sundular. Burada verdikleri sözleri ise ülkelerine dönünce unuttular. Ta ki bir Türk Lider; “Dünya beşten büyüktür!” diyerek, tüm mazlum halklar önünde sesini emperyalist zalimlere karşı yükseltene kadar…