KURBAN BAYRAMINDA HÜZÜN
Sade Kurban bayramında değil, Ramazan bayramında da beni hüzne bulayan pek çok düşüncenin kıskacında, bayramları kuşatması lâzım gelen bir neşeden hep mahrum kalırım. Bu hüzünde geçmiş yılların bayramlarına, o bayramlarda ellerini öptüğüm hepsi gerçek âleme kavuşmuş güzel insanlara duyduğum hasret de vardır. Ama beni asıl hüzünlendiren, ne bayramı, hangi bayram dedirten bizim de dâhil olduğumuz İslâm Âlemi’nin hâlidir, perişanlığıdır. İslâm’ın bütün icaplarını yerine getirdikten , Müslümanlığın her müslümana yüklediği sorumlulukları kuşandıktan sonra iç rahatlığı ile kutladığımız bir bayram mı diye düşünmemdir. Cehenneme dönmüş, şucu, bucu diye çeşitli isimler altında fırkalara bölünmüş, birbirini boğazlayan yahut boğazlamaya hazır sözde müslümanlardan ibâret hale gelmiş bir İslâm âleminde neşeyle kutlanacak bir bayram mı kalmıştır?
Hz. Peygamber’in ahlâkı nasıldı? Diye hep sorulur. İslâm’ın ilk yıllarında da sonra da … Cevap hiç değişmez “KUR’ANDIR” O Allah sevgilisinin hayatı, olanca berraklığı ile ortada iken, Kur’an ise tek harfi bile değişmeden olanca aydınlığıyla ışık saçarken Müslüman âleminin bu perişanlığı nedir öyleyse? O âlemde mer’i olan acaba hangi Müslümanlıktır? Çok açık olarak cevap verebiliriz: Kur’andaki Müslümanlık aslâ değil…
Kur’andaki Müslümanlığı yaşayan nadir kişilerden, İstiklâl marşımızın şâiri Mehmed Âkif’in çok sevdiği “Benim Şemsettinim” diye seslendiği Mehmed Şemsettin Günaltay, “Zulmetten Nûra- Bunalım Çağından İslâm’ın Aydınlığına” adını taşıyan kitabında yıllar önce aynı hocası Âkif gibi konuşmuş, İslâm âleminin bu perişan, utandırıcı hâline teşhisi koymuştu: “TERAKKİMIZE ENGEL OLAN İSLÂMİYET DEĞİL, BİZE ÖĞRETİLEN MÜSLÜMANLIKTIR.” Evet, ne yazık ki bizlere öğretilen Müslümanlık Kur’andaki o güleryüzlü, insan olarak kadına da erkeğe de hoşgörü ile yaklaşan Müslümanlık değildir.
Allah Kur’anı Kerim de Rûm suresinin 32. Âyetinde İslâm’ı günümüzdeki hâline getiren çok mühim bir noktaya işaret eder: “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan her fırka, kendilerinden olan ile böbürlenmektedir.” Diyerek. Allah Sevgilisi ise ( O’na selâm olsun) “ Yahudiler yetmiş bir gruba ayrıldı, biri hariç hepsi cehennemdedir. Benim ümmetim ise yetmiş üç gruba ayrılacaktır. Biri hariç hepsi cehennemdedir” buyurmuştur. Kurtuluşa eren gurup hangisidir diye soranlara ise “Onlar benim ashabımın yolunda gidenlerdir.” Cevabını vermişlerdir. Yâni Kur’anın tebliğ ettiği ahlâkı kuşananların yolundan gidenler… Yâni takvâ elbisesini giyenlerin yolundan gidenler…
İşte günümüzde İslâm âlemine cehennemi yaşatanlar, İslâm’ın bize hediye ettiği bayramları mateme çevirenler kendilerine çeşitli adlar takarak “Müslümanlık en mükemmel hâli ile benim tekelimde”diyerek böbürlenerek nifak çıkaranlardır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen acaba çoçukluğumdaki bayramların sevincini, huzurunu nasıl bulabilirim? diye kendime sorduğum da olur. Ama hâlimiz olanca perişanlığı ile bana hep, ümidini kes o huzuru da, o sevinci de artık bulamazsın der. Fakat her seferinde Allah’ın bir emrini hatırlayıveririm “Rahmetimden ümid kesmeyin” diye kullarına seslenişini… İşte bu müjdeli emrin içime doldurduğu ferahlık ve ümitle , Kurban bayramının çocukluğumdaki nurlu havasına az da olsa dönüveririm. Boyunlarını bükmüş, kurban edilmeyi bekleyen kınalı koyunları seyrederken de rahmetli Peyami Safa üstâdımızın bu satırları gözümün önünde bir işâret feneri gibi yanmaya başlar:
“Allahın koyunu kurban etmesi; zâlimler kadar mazlûmları da sevmediğini mi gösterir? Belki de şu dersi vermek istiyor: Hak için mücadele etmezseniz, sonunuz budur! Bu gün kestiğimiz kurbanları âfiyetle yiyelim. Fakat İnkıraza uğrayan milletlerin koyun gibi hareketsizliğe, düşüncesizliğe, bilgisizliğe ve iradesizliğe kurban olduklarını düşünelim. Koyunun etini yiyelim, mizâcını tabakta bırakalım. Yoksa bizi de bir gün yerler.”
Tabii Hac Sûresinin 37. Âyetini de hatırdan hiç çıkarmayalım: “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır” diyen o âyetini…