Melâhat ÜRKMEZ
Kişiler, bazen de toplumlar öyle acılarla karşılaşır ki ifade etmeye sözcükler kifayet etmez. Öylesi acılardan birisini, hüznün kara, kapkara yüzünü yaşıyoruz soma faciasıyla. Rabbim, hayatını kaybedenlere rahmet; yakınlarına ve tüm Türk milletine sabır ihsan eylesin. Başımız sağolsun.
Sözcüklerin ulaşamadığı anları yazmak öylesine zor ki… Geçen yıl televizyon programı çekmek için gittiğimiz Ermenek’te, çekim bittikten sonra İskender Özbey kardeşim, bizi kömür ocaklarına götürmüştü sağ olsun. İlk defa o zaman görmüştüm kömür madeninin çıkarılışını. Ve aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım. “Yeraltındaki kara elmasın hiçbir zaman al kana bulanmaması niyazıyla…” diyerek bitirmiştim yazımı. Ama ne gelir elden? Soma’da kara elmas, dünyalarını bir lamba ışığına sığdıran maden işçilerimizin al kanlarına bulandı. Bir köşe yazısı yazmaya ne ruhum ne kalemim elveriyor. Onun için geçen yıl yazdığım yazımı siz sevgili okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
*******
Kara elmas (kömür) uğruna, çoluk çocuğunun rızkı uğruna yedi kat yerin altında, dünyalarını bir lamba ışığına sığdıran insanların hayat öyküleri, bir grizu patlamasıyla noktalanan kara bahtları, acıtan bir yara olarak kaldı ve kalmaya devam edecek belleklerimizde.
Ölümün soluğu her insan için kaçınılmaz bir gerçek ama madenciler için daha bir gerçek, daha bir yakın… Her sabah evlerinden çıkarken aileleriyle, sözle olmasa bile, gönül dilleriyle helalleştiklerini, vedalaştıklarını düşünürüm. Sanıyorum maden ocağının girişine vardıkları her gün yaşarlar yerüstüyle dilsiz vedalaşmayı… Yerin altına inecekleri an bir göz gezdirirler etrafa. Dağlara, taşlara, ağaçlara… Gün ışığına bakarlar. “Bir daha görebilecek miyim? Akşama yerüstüne çıkabilecek miyim?” sorusu geçer akıllarından. Dua ederler sağ salim çıkabilmek için, aileleri de duadadır, ağaçlar da dua eder dallarını kaldırıp. Güneşle de vedalaşırlar kim bilir…
Bir dakika sonrası başlarına neyin geleceğini kimse bilemez. Alınlarında “Ölüm” yazısıyla inerler yeraltına. Baretler, çizmeler, hava boruları o korkuyu azaltmaz. Yeraltında kazmalar yürek olur atar. Vagon şakırtıları yeraltında arkadaş… Sabır insan olmuş savaşır. Lamba ışığına sığan dünyada, taşlar vardır sadece… Önce taşlar kazılıp vagonlarla gönderilir yerüstüne. Kazdıkça yavaş yavaş kararmaya başlar taşlar. Kara elmasın ön habercisi taşlar ve arkasından çıkmaya başlayan kara elmas… Her risk bu kara elmas için değil mi zaten… Bir anlık sevinç unutturur omuzlarına yüklenen korkunun onmaz ağırlığını. Başlarındaki barete takılı bir lambanın ışığında, kara elmas gölünün kara kara gülüşünü görmüşlerdir artık. Yerin altına asırlar asırlar önce jeolojik işlevlerle gömülen organik kütlelerin kara kara gülüşünü… Vururlar kazmayı kara elmasın bağrına. Parçalayıp vagonlara yüklerler. Vagonların biri gelir biri gider, ”İnsanlar ısınsın” diye, “makinalar işlesin” diye, “termik santrallerde kullanılsın” diye, “endüstride enerji olsun” diye… Aslında makinalar, termik santraller, endüstri, enerji… pek de umurunda değildir maden işçisinin. O, sağ salim yeryüzüne çıkıp, evine ekmek götürme derdindedir. Yaptığı işin insanlık ve teknoloji için ne kadar önemli olduğunun havasında değildir.
Kömür denilince hep bu düşüncelerle irkilirim. Hiç de madene gitmemiştim aslında. Filmlerde gördüklerim, kitaplarda okuduklarım ve daha da acısı haberlerde dinlediklerim… İçin için de maden işleticilerine kızardım. Mümkün olabilecek koruyucu, önleyici tedbirleri almadıklarını düşünürdüm. Hatta maden sahibi gözümde kazanacağı paradan başka bir şey düşünmeyen, maden işçisinin canını hiçe sayan bir patrondu. Ta ki cuma-cumartesi günü Ermenek’e televizyon çekimi için gidene kadar. Ermenek’te de kömür ocakları olduğunu duyuyordum ama iptidai şartlarda çalışan küçük çaplı işletmeler olarak tahmin ediyordum. Televizyon çekimlerimiz bittikten sonra hiç programımızda olmadığı halde kömür çıkarılan bölgeyi, en son teknolojiyle donatılmış sistemleri, işçinin can güvenliği için alınan tedbirleri, işçinin yemek kalitesini gördükten sonra önyargılarım tamamen değişti.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bütün önlemler alınmış. İki yoldan yerüstü cebri havalandırma mevcut ve yerüstünden 24 saat gözetimde, arama kurtarma teşkilatı, göçük kazalarına ve patlamalara karşı önlemler, doktoru, ilaçları, reviri mevcut. Cerrah bir doktorun dağ başında sabahtan akşama kadar görevde bulunması da doğrusu şaşırttı. Biz oradayken görevli müfettişler geldiler. Didik didik teftişe başladılar.
Ancak ne var ki, bütün tedbir ve önlemler alınsa da işçinin en ufak bir hatası bir patlamaya sebep olabiliyor. Dalgınlığa hiç gelmeyen zor bir meslek. “Ölüm” yazgısının önüne geçilemiyor. Ölüm her yerde… Şehirde, köyde, bağda bahçede, madende… Yeraltındaki kara elmasın hiçbir zaman al kana bulanmaması niyazıyla…
*****