Koroner kalp hastalığının, kalp krizlerinin, kalbe bağlı ölümlerin kadınlardan ziyade erkeklerin sorunu olduğu kanısı yaygındır. Kadın sağlığının koruyucu hekimliğinde kanserlere ağırlık verilirken, kalp sağlığını koruyucu önlemlerin kadınlardan ziyade erkekleri ilgilendirdiği düşünülür. Kadınlarda erkeklerle kıyaslandığında sigara kullanımı daha düşük orandadır.
Ne var ki sigara içenlerde son yıllarda görülen azalma kadınlarda erkekler kadar belirgin değil. Kadınlarda sigaraya başlama oranı daha fazla ve bırakma oranı daha düşük. Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmaya göre diyabet hastalığı olan erkeklerin %83'ü, kadınların ise sadece yüzde 55'i
aspirin kullanıyor.
Aynı ülkeden bir başka çalışma yararları kanıtlanmış olmasına karşın kalp krizi sonrası kolesterol ilaçlarının kadınlarda daha az reçete edildiğini gösteriyor. Tüm bu şaşırtıcı veriler sadece kadınlarımızın değil, sağlık hizmetini sunanların da farkındalık ve bilgilendirmede eksiklikleri olduğu kanısını destekliyor.
Kadın olmanın koroner kalp hastalığı yönünden avantajlı olduğu düşüncesinin temelinde kadınlarda hastalığın erkeklerden 8-10 yıl daha geç görülmesi yatıyor. Gerçekten de
kadınlar menapoz döneminde dek muhtemelen östrojen hormonunun etkisiyle bir nevi koruma altındalar ve kalp krizlerine nispeten az rastlanıyor. Ne var ki ortalama yaşam süresinin bir hayli uzadığı günümüz dünyasında bu aldatıcı ve geçici avantaj bilhassa menapoz sonrasında hızla ortadan kalkıyor ve kadınları erkeklerden de riskli kılan gerçeklerle karşı karşıya kalıyoruz. Diyabet hastalığı sıklığı iki cinsiyette benzer; ancak diyabet hastalığıyla kalp & damar hastalığı arasındaki ilişki kadınlarda daha belirgin.
Şişmanlık ve yüksek tansiyon kadınlarda daha sık görülüyor. İyi kolesterol dediğimiz HDL-kolesterolün düşük olması ve trigliserit düzeyinin yüksekliği kadınlarda daha önemli risk faktörleri. Metabolik sendrom adı verilen yüksek tansiyon, yüksek kan şekeri ve trigliserit, fazla kilo birlikteliği kadınlarda erkeklerden daha önemli bir risk faktörü. Sigaranın kalp krizine neden olma potansiyeli kadınlarda erkeklerden daha fazla. Depresyona kadınlarda iki kat fazla rastlanıyor ve bunun da
kalp & damar hastalığının seyrini olumsuz etkilediği kanıtlanmış bulunuyor.
Kadınlarda koroner damar hastalığı ve kalp krizinin teşhisinde de bazı özel güçlüklerle karşılaşılıyor. Kadınlar hekimlere daha sık başvuruyor ve daha sık olarak göğüs ağrısı tanımlıyorlar. Ancak göğüs ağrısının tanı koydurucu gücü erkekler kadar yüksek değil. Teşhiste yaygın olarak kullanılan efor testi kadınlarda daha sık yanıltıcı sonuç veriyor ve güvenilirliği düşük. En önemlisi kadınların yarıya yakını kalp krizi geçirmekteyken göğüs ağrısı tanımlamıyorlar. Daha ziyade nefes darlığı, bulantı, kusma, hazımsızlık, yorgunluk, boyun, kol, sırt, omuz ağrıları gibi yanıltıcı olabilecek atipik şikayetlerle başvuruyorlar ki bu durum teşhiste gecikmelerle, kalp krizlerinin atlanmasıyla sonuçlanabiliyor.
Araştırmalar 65 yaşın altında geçirilen kalp krizlerinde ölüm oranının kadınlarda iki kat fazla olduğunu gösteriyor.
Koroner bypass ameliyatı sonrası ölüm oranı kadınlarda yine iki kat fazla. Türkiye İstatistik Kurumu'nun ölüm nedenlerinin dağılımına dair 2009 yılı verilerine göre kadınlarımızın yüzde 44'ünde ölüm nedeni kalp & damar hastalıkları ki erkeklerimizde bu oran yüzde 36. Kadınlarda kalp hastalığından daha sık olarak meme kanseri görüyor olabiliriz; ne var ki meme kanseri her 25 kadın ölümünden sadece birinin nedeni. Menapoz sonrası hormon tedavisinin
kalp & damar hastalıklarından koruyucu etkisi olmadığı anlaşılmış bulunuyor. Buna karşın düzenli egzersiz başta olmak üzere yaşam biçimi düzenlemelerinin kadınlarda erkeklerden daha da yararlı olduğunu anlıyoruz. Kalp krizi ve kalbe bağlı ölüm riskini belirlemekte kullandığımız skorlamaların kadınları olduklarından daha düşük riskli gösterdiği anlaşılıyor. Öyle görünüyor ki kadınlarımızın orta, ileri yaşlarında kalp & damar hastalığına yakalanma riski önceleri düşündüğümüzden daha fazla ve koruyucu stratejiler konusunda gerek sağlık hizmetini sunanların gerekse tüm toplumun farkındalığının geliştirilmesi gerekiyor.