Hicran Göze

Tarih: 04.09.2014 01:36

İstanbul, işgal yılları

Facebook Twitter Linked-in

 

İSTANBUL’DA İŞGAL YILLARI

Rahmetli anneannem İstanbul’un işgalini yaşayanlardandı. O günleri bana anlatırken gözleri dolar “Allah bizlere bir daha öyle acı günler yaşatmasın”derdi. Karakterinin bariz vasfı olan asabiyeti ve cesaretiyle o ufacık, zayıf vücudundan umulmayan çıkışlarla sergilediği olayları kendisinden de yakınlarından da çok dinlemiştim. Bu küçük kadının yaşadığı İbrahimağa mahallesi türlü edepsizlikler yapan işgalcilerden çok çekmişti. Mahalle halkının konu komşu toplanarak gidip ferahladığı Haydarpaşa çayırı işgal yıllarında artık İngiliz ve İskoç askerlerinin eğlendikleri bir yer hâline gelmişti. Çayıra bakan caddedeki bir meyhânede içip içip evlere tecavüz edip kadın isteyen, kapıları kırıp hırsızlık da yapan bu sarhoş askerlerden dolayı mahalle halkı geceleri uyuyamaz olmuştu. Anneanneciğim Çanakkale’ye giden aslan gibi, levent endamlı gençlerin evlerinin önünden geçişini ve o zamanlar küçük bir çocuk olan annemi nasıl sevdiklerini de anlatır, gözleri dolu dolu “Hiç biri dönmedi” derdi. O umutsuz, karanlık günler sona erdiğinde, işgalcilerin gidişinden duyduğu heyecan ve sevinç, İstanbul’a giren ordunun başında bulunan Refet paşa’nın Kadıköy Şehremaneti binasının balkonundan halka hitaben yaptığı konuşmayı ağlayarak dinlerken doruk noktasına çıkmıştı.(Şimdiki Kadıköy Belediye Başkanlığı) Anneannem bu facialı günleri bana tekrar tekrar anlatmaktan hiç bıkmamıştı. Onun İstiklâl marşını duyduğu anda yerinden ok gibi fırlayarak hazır ol vaziyetinde duruşunu her hatırladığımda gözlerim dolar.

İstanbul’dan önce 15 Mayısı 1919’da İzmir işgal edilmişti, İngiltere’nin himayesindeki Yunan ordusu İzmir’e girmiş, vali İzzet Bey ile beraber bütün memurları Kordonboyu’na dizerek zorla “Zito Venizelos” diye bağırtmıştı. Zora boyun eğmeyenler feci şekilde öldürülmüştü. Bunlar İzmir’in ilk şehitleriydi. İzmir’in işgali gayrıresmî bir işgal yaşayan İstanbul’u ayaklandırmış, Millî mücadelenin tetikçisi olmuştu. Mondros ateşkesine rağmen halk Yunanlılarla çarpışmaya başlamıştı. Yunanlılara ilk karşı çıkan Yarbay Ali Çetinkaya’nın 172. alayı idi ve tarih 29 Mayıs 1919’u gösteriyordu.

İstanbul ise gizli, aşikâr feveran hâlindeydi. Beyoğlu işgal kuvvetlerine mensup subaylarla çaylı, içkili toplantılarda fink atarken, Köprünün öteki yanı kan ağlıyordu. 200.000 kişinin toplandığı o muhteşem Sultanahmed mitingi akan gözyaşlarının destanlaşmasıydı. Mitingin unutulmaz hatibi Halide Edip’in konuşmasını ağlayarak dinleyenler arasında bir Fransız generali de vardı. General Foulon… Halide EdipTürkün Ateşle İmtihanı”nda onun için “Fransız doğan bu adamın yüreği o günTürktü ve bütün Türk gençleriyle beraber onunda gözlerinden yaşlar akıyordu”diye yazar. İstanbul’un resmen işgal edilmesi yakındı. 18 Mart 1920’de yani İzmir’in işgalinden aşağı yukarı bir sene sonra İstanbul da bir esir şehir hâline gelecekti.

İstanbul’un işgalinde henüz genç kızlığa erişmemiş bir çocuk olan Sâmiha Ayverdi o korkunç geceyi şöyle anlatır “Bir gece silâh sesleri ile yataklarımızdan fırladık. Büyükler, biz çocukların korkmamamız için yatıştırıcı sözler söylüyorlarsa da, kurşunlar tepemizden uçarken kuru sözün işe yarmayacağını anlamaları uzun sürmedi. Zira büyüklerimiz kadar biz çocukların da zihinlerimizi ve gönüllerimizi karartmış günler, aylar ve yıllar içinde yaşıyorduk. 1918 sonbaharından beri İstanbul artık Türklere haramdı.” Gece yarısından sonra saat 2 civarında Şehzâdebaşı karakolu basılmış, Türk askerleri, yataklarında uyurken kurşunlanmış, bir çok ev basılarak yağmalanmış, Harbiye Nezâreti işgal edilmiş, Mebusan ve Ayan meclisleri kordon altına alınmıştı. Sâmiha Ayverdi “Bütün bu facialar karşısında kin ve nefretle coşan halka rağmen, düşmanın vahşet ve saldırısına kayıtsız gözlerle bakan siyâset madrabazları da eksik değildi”der. Sâmiha Ayverdi’ye göre “O devirleri yalnız târih kitaplarından okuyup öğrenecek olanlar, bu işgal yıllarında İstanbul’un gururlu hicabını ve haysiyetine indirilen silleleri aslâ tasavvur edemez ve bilemez

İşgalciler Hilâl-i Ahmer’i (Kızılay) de 30 kişilik bir müfrezeyle basmışlar, Dr. Adnan Adıvar’ın evini sormuşlardı. Orada Adnan Adıvar’ın himayesinde yaşayan bir Balkan göçmeni çocuğu kan revan içinde bırakmalarına rağmen ağzından tek kelime alamamışlardı. Çocuğun bu direnişini haber alan Adnan Adıvar ağlamaya başlamıştı. Hatıralarında bu olaydan bahseden Halide Edip Benim gözümden bir tek yaş akmadı. Çünkü, daha iyi günlere kavuşmadan önce, bir damla gözyaşı dökmemeğe karar vermiştim”diye yazar.

Ya Fransız kumandanı jeneral Franchet d’esperey’in İstanbul’a, Fatih Sultan Mehmed’i taklit ederek beyaz bir at üzerinde Levantenlerin, Rumların ve bütün azınlıkların alkışları arasında bir Fatih edasıyla girdiği gün “Hadisat” gazetesinde herkesi şaşkınlık ve korku içinde bırakan “Kara bir gün” makalesinini yazan Süleyman Nazif’in isyanı… İbrahim Alâettin Gövsa bu makale için “Felâketler karşısında bir an için şaşırıp sinmiş görünen Türk İstanbul’un ilk isyan hamlesi oldu” der. “Onu yakalayınız, kurşuna diziniz” diye kükreyen Franchet d’esperey’i diğer yabancı kumandanlar “Fena bir tesir bırakır” diyerek zorla durdurmuşlardı. Ama Süleyman Nazif işgal ordusuna mensup subayların da bulunduğu Pierre Lotti’yi anma gününde, Pierre Loti’den hiç bahsetmeyerek müthiş bir isyan konuşması daha yapacaktı. O zor devirlerin genç Yakup Kadri’si bu toplantıda yaşadığı şaşkınlığı “Vatan Yolunda” adını taşıyan kitabında şu satırlara döker “Süleyman Nazif Bey ne Fransa’dan, hatta ne Pierre Loti’den bahsediyordu. Yalnız Türk Milleti’nin düşmanları üstüne yıldırımlar yağdırıyordu” Ön sıraları doldurmuş yüksek rütbeli Fransız subayları başlarını önlerine eğmişti. Süleyman Nazif birden bakışlarını Veliahd Mecid Efendi’ye çevirmiş, sadece ona hitap etmeye başlamış, “Ceddi emcediniz Fatih Sultan Menmed’in büyük bir hatası var. Ortodoks kilisesini hâk ile yaksan edecekti, etmedi. Bu gün bizler bu hatanın cezasını çekmekteyiz” demişti. Veliahd da heyecanlanmış “Onun ahfad ve evlâdı bu hatayı tamir edecektir”diye haykırmıştı. Yakup kadri kitabında “Üstad. elinin ufak bir işaretiyle biz, milliyetçi Türk gençlerini kıyam ve isyana davet etseydi hepimiz birden işgal ordularının süngüleri üstüne yürümekte asla tereddüde düşmeyecektik, kaç kişiyiz? Silâhımız var mı? Gücümüz kuvvetimiz nedir? Hiç düşünmeyecektik” diye yazar. Süleyman Nazif bu cesaretinin bedelini bir Malta sürgünü olarak çok ağır ödeyecekti.

Çok uzun süren bu zor günler birliğin ve inancın doğurduğu güçle sona erecek işgalciler geldikleri gibi gideceklerdi. Evet İşgal kalkacaktı ama o birlik ruhu acaba devam edecek miydi ? Yoksa işgalden daha beter bir kültür işgaliyle küslükler ve kopmalar mı başlayacaktı? Birlikten aldığımız kuvvetle defettiklerimize, ayrılığın ektiği tohumların yeşerttiklerinden doğan aczimizle teslim mi olacaktık? Hep yanlışların peşine düşerek durmadan birbirimizi mi yiyecektik? Bugüne bakarak seksen küsur sene önceki işgale, tek yumruk gibi direnen o birlik ve beraberlik ruhunu özler hâle düşmek ne kadar acı…

HİCRAN GÖZE


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —