Melahat Ürkmez

Tarih: 04.09.2014 01:36

GÜLÜMSEMEK

Facebook Twitter Linked-in

GÜLÜMSEMEK

Bu sabah yürürken belki de ilk defa insanların yüzlerine dikkatle baktım; gülümseyen bir yüze rastlarım diye. Kimisi, hızlı hızlı yürürken telefonla konuşuyor; gergin, sinirli, sıkıntılı suratlar…

Kimisi, üzgün dalgın yürüyor; belli ki kafasında önceki günlerden artık kalmış bir problem…

Hiç mi mutlu, gülen bir yüz yok? Ya da ben mi göremedim, meçhul… Kendimi düşündüm sonra, “Acaba ben gülümseyebiliyor muyum?” diye. İtiraf ettim kendi kendime, “Gülümsemiyorum, ne kendime ne de etrafıma. İnsanların yüzlerine bakmadan yürüyorum hep.” Önce bir gülümseme uydurdum yüzüme. Sonra karşıdan hızla yaklaşan bir kızcağıza, “Günaydın” dedim. Frene basar gibi durdu, “Birisine benzettiniz galiba” dedi. “Galiba” dedim. Geçti gitti.

Başka bir gence, “Hayırlı sabahlar” dedim. “Hayırlı sabahlar” dedi ama bakışlarından, “Kafayı yemiş” diye aklından geçirdiğini anlamak için uzman olmaya gerek yoktu. Yılmadım, önüme her gelene gülümsedim ve selam verdim. Yaşlı bir amca ile yaşlı bir teyze haricinde üç aşağı beş yukarı aynı jest ve mimiklerle karşılaştım, “Kafayı yemiş”. Ama ben hepsine rağmen kendimi mutlu hissettim gülümseyebildiğim için. Hiç tanımadığım yüzlere bakıp gülümsemeyi başarabildiğim için… Akşama kadar aklıma geldikçe o uydurduğum gülümsemeyi geçirdim suratıma. Ve daha huzurlu bir gün geçirdiğimin farkına vardım. Bu huzur sözlerime bile yansıdı. Etrafımdaki insanlar bile fark etti.

Gece başımı yastığa koyduğum zaman düşündüm; “Annemi kaybedeli altı ay oluyor.  Ölümün soğuk nefesini en yakından hissettiğim ve hissetmeye de devam ettiğim bir altı ay. İnsan dünyaya gözünü açtığı andan itibaren en güçlü gördüğü, yanında olmasa bile varlık hissi en yakınında olan ve ölümü hiç yakıştıramadığı insan annesiyken ve onun cansız, soğuk bedenini yıkarken ölüme elleriyle dokunuyorken, yüreğiyle dokunuyorken, gözyaşlarıyla dokunuyorken… Ölümü daha gerçek, daha somut hissediyorken... Neleri ıskaladığını o anda anlıyor

Hep bir şeylerle uğraşmak, hep bir şeyler başarabilmek, hep mücadele, hep hep hep biri bitmeden diğeri başlayan hepler, yapmak istediklerimiz. Peki ne zaman gülümseyeceğiz, ne zaman mutluluğa zaman ayıracağız, ne zaman çevremizdeki yakınlarımızın gönlünü almak için içten bir sevgi sözcüğü söyleyeceğiz? Hadi çevremizi de boş ver, ne zaman kendi kendimize, kendimizi sevdiğimizi mırıldanacağız? Hep sonra… Hep, “Nasıl olsa söylerim zaman çok önümde, önce yapmam gereken işler, yetişmem gereken yerler var” Sanki parayla, sınavla kazanılacak bir şeymiş gibi, sanki çok zaman isteyen bir işmiş gibi… Hep es geçip erteleriz. Anlık bir uyarı gibi yüzümüzü yalayıp geçen, anında yerini günlük meşgalelere terk eden bir zavallı gülümsemek.

Önümde zaman yok. Kum saati çoktan tersine dönmüş, son tanecikler düşmek üzere. Tıpkı hiç düşmeyeceğini sandığın annenin kum saatindeki son taneciklerin düştüğü gibi…

Sabah kalkıp, yüzümü yıkayınca aynaya baktım, yıllanmış yüzüme gülümseyerek, belki de ilk defa, “Günaydın” dedim, “Hayırlı günler, güller, gülümsemeler” dedim. İlk defa kendime zaman ayırmadığım için, kendimi hep arka planlara savurduğum için kendimden özür diledim “Gününü karartacak hiçbir şeye izin verme, hep gülümse” dedim. “Gülümse, acıya bile gülümse! Eğer gözyaşların akmak için inat ederse; eğer hıçkıra hıçkıra ağlamana engel olamazsan; hıçkırıklara inat, acıya inat, gözyaşlarına inat gülümse”


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —