Descartes meşhur şüphesiyle başlangıç noktasını koydu. “Düşünüyorum o hâlde varım” diyerek düşünceyi insan varlığının ispatı saydı. Ama nice düşünmeyen vücutların bulunduğu dünyamızda sâdece düşünmek insan varlığının ispatı sayılabilir mi? Düşünmediği hâlde var olduğunu sanan bunca kişi dünyayı eti ve kemiği ile doldurup midesi ile yaşarken “Acıkıyorum o hâlde varım” diyerek Descartes’a gülebilirler de… Günümüz de düşünmek varlık değil yokluk sebebi gibidir. Hele “Alçak gönüllü yüreklerde yaşayan düşünceler yüksek düşüncelerdir” diyen Montaigne’nin işaret ettiği kafalarını gönülleri ile kontrol eden gerçek fikir adamlarının düşünceleri gibi olursa…
* * * *
Düşünce çoğu defa bir ummandır. İçine dalan kafaları bunaltır. O ummanda kendilerine göz kırpan bir işaret fenerine rastlamayan kafalar boğuldukları gibi boğarlar da. Onun için ekseriya filozofların karıştırdığı dünyayı Peygamberler ve azizler düzeltir.
* * * *
Hürriyeti Allah’tan kopuş olarak düşünerek, sebeplerin evveline varan bir düşünce alışkanlığından uzaklaşarak metafizik düşünceyi saf dışı eden insanın düşüncesi, zekâsı ve kültürü nispetinde çoğalan Allahsızlığı ile daha da korkunçlaşır
Günah ve suç düşüncesinin kafalardan, Allah korkusu ile dolu gönüllere ulaşamadan topluma boşalmasındaki çabukluk, düşüncenin insanlığı cehenneme çevirebilecek bir yanıdır.
Sâdece maddi varlığın ispatı sayılan düşüncenin günah ve suçu peşpeşe doğurmaktaki kabiliyeti inkâr edilemez. Hiç düşünmeyen kalabalıklar ise bu tür düşüncenin peşine kolayca katılabilirler. Bugün Nasreddin Hoca'nın hindisi gibi düşünenlere verilen kıymet, biraz da hiç düşünmeden, papağan gibi öğretilenleri tekrarlayanların çoğunlukta olmasındandır.
* * * *
Düşünceye insanın maddesini değil, mânâsını ve ruhunu ispat edici, kuşatıcı bir vasıf kazandırılmazsa “Düşünen bir hayvan” olarak tarif edilip maymuna bile izafe edilen âdemoğlu “Düşünen bir insan olmak” haysiyetine nasıl kavuşur?