Bahtsız nesiliz vesselam. Yıllar yılı sesimizi soluğumuzu maziden almamıza izin vermediler. Onun yerine demokrasi ihracı bahanesiyle, İslam topraklarını ateşler içinde bırakan bir ülkeyi bizlere dost bellettiler. Adamlar bankaları, istihbarat örgütleri; Hollywood’ları aracılıyla toplumumuzu esir alıp, halkımızı sömürürlerken bizler onları dostluk şarkılarıyla kucakladık. Dedik ki;
“Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça beraberdir seninle, hürriyet savaşında/ Bu bir dostluk şarkısıdır, kardeşliğin yankısıdır/ Kore’de olduk kan kardeşi/ Sönmez bu dostluğun ateşi/ Azmimizdir hür yaşamak, dünyada sulhu sağlamak!” Ferasetsizliğimiz ne acı…
Onlar kendi sınırlarına bir parça ekmek almaya giren aç Meksika’lıları kadın, çocuk demeden alınlarından vururlarken, bizler bugüne kadar Batı’dan, Afrika’dan, Asya’dan, Ortadoğu’dan memleketimize sığınan milyonlarca mazlumu merhametimizle ikramladık. Kendilerini insan hakları savunucusu, bizleri insan hakları ihlalcisi, barbar Türkler ilan ettiler. İki yüzyıl önce soykırım yaparak, yurtlarını gasp ettikleri Kızılderili’lerin; ta Afrika’dan kaçırıp, kendilerine köle yaptıkları zencilerin ahı hala ayakta…
Sadi Bostan’ında; “
Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar.” der.
Zalimlerin zulmüne dünya sessiz. Herkes kendi menfaatinin peşinde. Mesela Suriye’ye bakınız! Rusya, Amerika yan yana. Biri IŞID’ı bitireceğim diye giriyor, vatanını korumaya çalışanları vuruyor. Diğeri de terörist karşıtı gibi görünerek, YPG’ye, PKK’ya destek veriyor. Türkmenleri, Arapları katlediyorlar. İran şiası
Esad’a destekle mezhep ayırımcılığını körüklüyor. ABD İsrail’in çıkarlarını koruma derdinde. Tüm terörist örgütleri Lübnan ile destekleyip, eğitiyorlar. Kısaca onların isteği kaos. Bu tüm Hristiyan Batı’nın işine yarıyor. Örneğin Fas ve Cezayir hep kavgalı. Ama aslında iki devlet de Fransa’nın gerçekte sömürgesi. Böylece Fransa’nın Afrika’nın kuzeyindeki bu kaos ortam işine geliyor. Onun sömürme işini kolaylaştırıyor.
Sadece Türkiye bu oyunlara gelmemek için var gücüyle direniyor. Ne yazık ki, kapitalizmin temel ilkesine hizmet ederek, insanı sömüren bir politika izlemez iseniz, size yaşama imkanı vermezler. İşte 15 Temmuz 2016 Gecesi Türkiye’de yaşananların esas sebebi budur.
Zulmün deşifre olduğu gün
Yepyeni bir çağ bu. Dünyayı bir anda cehenneme çevirecek güçte silahlar. Bu gücün karşısında, onun korkutucu gölgesinden sinmiş, ürkmüş insanlar. Ülkeler daha az zamanda, daha çok öldüren yarışında… Yüzyılımızın Firavun’ları yeryüzündeki kötü gidişatı engellemek adına alternatif güzellik sergilemeye niyetlenen ülkelere nice kumpaslar kuruyorlar. Müslümanların yaşadığı coğrafyaya göz koyanlar, her fırsatta yüzlerce yıldır onun inancının, dininin içini boşaltmaya çalışıyorlar. Çünkü Yahudilik ve Hristiyanlık salt imana dayalı inançlardı.
Scientology veya
New Age gibi tarikatlarla bu iki dini kolayca birbirine yaklaştırdılar.
İslam ise sadece imana değil, akıl üzerine de inşa edilmiş bir din. Onu
Hz Muhammed’siz bir hale getirerek, diğer tahrif ettikleri dinlere yaklaştırmak lazımdı. Bunu zamanımızda denemedikleri ülke kalmadı. Mesela Libya’da
Kaddafi aracılığıyla ortaya bir yeşil kitap çıkarttılar. Orada en çok okunan Kur’an’dı. Fakat Kaddafi’nin yeşil kitabı Kur’an’dan çok yaşanıyordu. Bunu başardılar. İşleri bitince de, devirdikleri Libya liderini kendi halkı eliyle ortadan kaldırdılar.
Türkiye’de de
FETÖ ile dinin içini boşaltıp, oraya emperyalist amaçlarını yerleştirmeye çabaladılar. Milletimizi kırk yıldır Allah ile aldatmaya çalıştılar. Türk Halkı 15 Temmuz gecesi bu oyuna son verdi. O günkü direnişin dünyada bir eşi daha yok. Dost diye adını ezberlediğimiz bir devletin, eli kanlı bir örgütün yardımıyla yıllarca bizim en masum duygularımızı sömürerek, sonunda nasıl canavarca hislerle toplumumuzu yok etmeye çalıştığını cümle alem gördü.
‘
Savaş ve Barış’,
Tolstoy’un; ‘
Tarihi büyük adamlar değil, halk yazar.’ Fikrine hizmet eden bir kitaptır. Ama nasıl bir halk? 2016 Temmuz’unda görünmez bir zalim gücün, gizli işgal hareketine, canı pahasına izin vermeyen Türk Halkı yazarın bu tezini teyid ediyor.
Yıllar önce Hukuk Fakültesinde hocamız
Prof.Zeki Hafızoğlu anlatmıştı. “İtalyan Lider
Fanfani bir üniversitede ders veriyor. Demokrasilerde cumhurbaşkanı makamının çok önem arzettiğini ve bu göreve seçilen kişilerin fazilette en üstün kişiler olduğunu anlatırken Afrika’lı bir öğrenci el kaldırıyor. ‘Efendim!’ diyor. ‘
Bizim cumhurbaşkanımız her zaman insan eti yerdi.’ Fanfani; ‘Artık benim size söyleyecek bir şeyim kalmadı.’ diyerek dersi terk ediyor.” Hafızoğlu hocamız da bize dünyada en gelişmiş demokrasine ABD’nin sahip olduğunu söylerdi. Kendi topraklarında, kendi halklarına karşı inanılmaz tolerans ve hürriyet tanıyan okyanus ötesi ülkenin, Türk Halkına reva gördüğü zulüm karşısında
Sn Hafızoğlu şimdilerde Fanfani gibi düşünüyordur herhalde….
Derviş ruhlu Türkiye’m
Allah’ın adaletine inanan kullar olarak, bu zihniyetteki kötülerle ahirde hesaplaşacağımız günün sabırsızlığındayız da… Bizden de bu kadar. Define bekler gibi ahiri bekliyoruz. Yüksek bir itiraz yok. Biz Türklerin de hep basmakalıp fikirlerle ortaya çıkmamız aleyhimize olmuş. Milli bir burjuvazimiz yok. Herkes birbiriyle kavgalı. Dervişlikte bile seni üzenlere karşı direnmenin yolu olarak ‘incinmemek’ öğretilmiş. Eziyet yapsınlar, kötülük yapsınlar. Sus, karşılık verme, incinme bile… Genel felsefe bu.
Türkiye Başkanı’nın son güncellemesi ise alışık olduğumuzdan farklı. BM Genel Kurulunda konuşuyor. Üye ülke liderlerinin hafızasına dünya idaresinin sadece beş ülkenin tekelinde olamayacağını nakşetmeye çalışıyor. Adalet söz konusu olduğunda BM’in sınıfta kaldığını haykırıyor. Vicdanların sükun ve sükutu için bir devlet başkanı, her fırsat ve zeminde hakkaniyetle davranmalıdır ki, bizim Cumhur Reisimiz Recep Tayyip Erdoğan’da bu özelliğini cesur cümlelerle sergiliyor. Adil olmak bir liderin ayırt edici hasletidir. O aylar önce Milliyet Gazetesinde kaleme aldığı yazıda halkına diyordu ki; “
Rize’nin insanı sırtınızı yaslayabileceğiniz bir dağ gibi vakurdur.”
Dervişliğimize halel getirmeden, sırtımızı cesur liderimize onu dağ bilip, yaslamak niyetimiz. Zalimlere direnmenin onurlu yolunu
15 Temmuz gecesi öğrendik.
Birlikten kuvvet doğar.
Bir belgeselde izlemiştim. Buffalo sürüsüne aç arslanlar saldırıyordu. Nihayet içlerinden birini yakaladılar. Pençe darbeleriyle buffaloyu yere yıktılar. Tam o sırada yüzlerce buffalo son sürat kaçarlarken, aniden yön değiştirip, topluca arslanların üzerine doğru yöneldiler. Bir kısmı onları kovalarken, beş altı tanesi geride kalarak yaralı arkadaşlarını yalamaya çalışıyorlardı. Davranışları göz yaşartıcıydı. Yerde cansız gibi duran buffalo aniden ayağa kalkıp, diğerleriyle birlikte ormana kaçmaya başladı. Hayvanlar aleminde meydana gelen bu olay aslında bir hakikati bize tescilliyor. Bir gün bütün dünya mazlumları, beraberce ahenkli ve gür bir sesle dile getirdikleri tekbirin coşkusuyla hareket edip, yalnız Yaratan önünde eğilmedikçe, ortak zilletten kurtulmaları pek mümkün görünmüyor.