Terör, yoksulluk, yokluk en acı trafik kazalarının yaşandığı kimilerinin beğenmediği şu 90'lı yıllarda bu kadar umutsuzluğa kapılmamıştım.
En zorlu, en kötü günlerde bile ülkenin en ücra köşesinden umut veren bir haber mutlaka çıkardı.
Doğamız, ırmaklarımız, sularımız ve ruhumuz henüz bu kadar kirlenmemişti, mesala ortalık yangın yerine dönmüşken Güneri Civaoğlu'nun lezzetli bir yemek anısıyla gündem biraz olsun yumuşardı.
Siyasi tartışmalar hiç bu kadar müptezel bir düzeye inmemişti.
Meclis kürsüsünden 'Ohh, ohhh' diye kükreyen bir politikacı hiç görülmedi.
Nüktedan, zeki politikacılar, peşlerinde sürüklediği kitlelere bol bol kahkaha attırırdı. Meydan mitingleri Cem Yılmaz'ın, Ata Demirer'in gösterilerinden daha renkliydi.
Ülkenin büyük çoğunluğu adalete inanırdı, güvenirdi, Çünkü adaletin kestiği parmak acımazdı.
Vatandaş askere, orduya inanır ve güvenirdi, çünkü ordu milletin ordusuydu.
Öğrenci velileri öğretmenlere ve devlet okullarına güvenirdi, severdi. Cehaleti onlarla yeniyordu bu ülke.
Din adamlarının bir saygınlığı vardı; Taa ki şu sakallı, sarıklı, cübbeli sahtekarların, minberleri ağlama duvarına çeviren cemaatçilerin ortaya çıktığı döneme kadar.
Dindarların bir araya geldiği kurslarda, yatılı okullarda utanç verici olaylar, günah işleme özgürlüğü isteyen vekiller ve rüşvete, öldürmeye fetva veren sözde ulemalar, yerinde ağır taşı, çocukların seksek oynadığı saksıya çevirdi.
Devletin başı tarafsız olurdu, çok konuşmaz, ekranlarda fazla görünmezdi. Konuşunca tüm tartışmalar dururdu. Herkes dinler, devletin sesine kulak verenler makul bir iklimin dinginliğinde soluklanırdı.
Birbiriyle kanlı bıçaklı liderler bayramlarda mutlaka kucaklaşırdı.
Milli bayramların coşkusu çocuklarımıza gelecek için ideal aşılardı. Yaşadıkları toprakların vatan olduğunu, bağımsızlığın çok ağır bedeller ödenerek ve zaferlerle taçlanan antlaşmarlar kazanıldığını bilirdi.
Sağlık, vefat ve cenaze gibi konularda siyasi ayrılıklar unutulur, her kesim acıdan payına düşen sorumluluğu üstünde taşırdı.
Enflasyonumuz yüksekti, paramız pula dönmüştü bol sıfırlı liranın hiç itibarı yoktu, ama bir binbaşımız sınırda konuştuğu zaman muhatabı ülkenin lideri ayakkabı giymeyi unuturdu.
Yanan yeter ki kadayıfın altı olsun, yürekler yanmasın umutla yeni bir seçimi beklerdik.
Karaoğlan, Baba, Başbuğ, Takunya tek bir karikatür davası açmamıştır mizah dergilerinin traj rekorları kırdığı en çok sattığı yıllarda. Akıllarına bile gelmemiştir muhtemelen. Demokrasi ve hürriyet sloganlarda duvar yazılarında ve politikacıların dillerinde değil meğer ülkenin tüm sokaklarında yeterince hayat alanı bulmuştu kendine.
Sıkı Yönetimli, OHAL'li yıllarda bile fıkra üreten nesiller vardı.
Her sol örgütün, hatta işkenceli karakollarda sorgu tekniklerini fıkralar üretenler vardı bu ülkede. İşkencenin fıkrası olur mu demeyin sakın vardı ve gülüyorduk bir zamanlar.
Devlet ciddiyetinin zirvesi binbaşının konuşma tonuyla ilan edilirdi cümle aleme.
Bugün ilişkilerimizi düzeltelim diye önüne yattığınız ülkenin lideri, beğenmediğiniz dönemin merhum cumhurbaşkanı ile görüşebilmek için Ankara'nın göndereceği uçağı beklerdi.
Mesela memleket yol geçen hanı değildi. Sırf 'Ensar' kandırmacasıyla milyonlarca yabancı kıt-kanaat geçinen halkın, yarım asırda ortaya çıkardığı birikime çökemezdi, çöreklenemezdi.
Devletin malı gerçekten denizdi fakat, kamunun malına çöreklenen bunca domuzun varlığından yıllar sonra haberdar olduk.
Mafyanın kamu mallarına çöreklendiği, uyuşturucu kaçakçılarının bürokrasi içinde örgütlendiği, başka ülkelerden söğüşlenen milyarylarca dolarlık kara paranın nasıl aklandığını, bir kanun kaçağından duyuyoruz.
Gençler hızla yurdu terkediyor. Umutları, hayalleri çalınmış yüz binlerce genç geleceğini, bizi yıllardır hasetle kıskanan ülkelerin şehirlerinde arıyor.
Ülkede aşkla anlatılacak hikaye bırakanların sayısı hızla azalıyor.
Özlem yüklü, hasret dolu şarkılar türküler, masalsı asırlarda kaldı sanki.
Milyonlarca insanın sadece geleceği, hayalleri, beklentileri değil, rüyaları bile çalındı.
Son iki aydır ülkenin gündeminde, gelecek yıllara umutla bakacak cılız bir ışık göremeyen insanların gece hayatını bile yalanla dolanla gasp edildi.
Devletin kayıp hazinesi, ülkenin müsilaj basmış tek iç denizi, kamu mallarının yağmalanması, 'Söylesem başıma bir iş gelir mi?' korkusu, medyanın yerini mafyanın alması ve gözü bağlı adaletin vicdanları dağlayan suskunluğu.
Ümitsizlik, işsizlik ve zabıta olmak için sınav kuyruklarında bekleyen Hukuk Fakültesi öğrencileri.
Şu konuşulan mevzuların ekranları işgal ettiği bir ülkede kim yaşamak ister ki?