Anlaşılmadığını düşündüğü halde son bir kitap daha yazmaya karar vermişti, Jean Jack Rousseau. "İşte artık yapayalnızım; ne kardeşim, ne yakınım, ne arkadaşım, ne de ahbabım var, tek başımayım. İnsanların en girişkeni, en cana yakını, insanlar arasından sözbirliği ile çıkartıldı." diyerek başlamıştı hikayesine. 18. yy'ın başlarında yaşayan bu harika düşünür tüm çabalarına, kusursuz anlatım biçimine rağmen, anlattığı kadar değil, anlaşılabildiği kadar hatırlanacağını biliyordu. Ömrünün son yıllarını yalnız geçirdi, algılandığı insan değildi, önyargıları yıkmak zordu, ve son bir kitap daha yazdı, bu sefer kendisi içindi; Yalnız Gezerin Hayalleri.
Nietzche'nin açıklamaya çalıştığı üstinsanı kimsenin anlamadığını düşünüp, serzenişte bulunması gibi,
Montaigne'nin denemelerini, sadece kendisi için yazdığını söylemesi gibi,
Kafka'nın hayali karakteriyle, Gregor Samsa'nın kendisine ve çevresine yabancılaşmasının sonucunda, modern yaşamda geldiği boyutu göstermesi gibi,
Dostoyevski'nin karakterlerinin, dışlarındaki dünyanın insanlarınca hırpalanmış, aşağılanmış, kimi zamansa varlıklarının dahi fark edilmemiş olması gibi...
Yüzlerce düşünür, binlerce varyasyon, tek bir sonuç; anlaşılamamak!
Herkesin bir fikri, tuttuğu takımı, desteklediği politik görüşü, sevdiği bir yazarı, inandığı dini; en temel biçimde yüzeysel bir algılanış biçimi, aidiyet duygusunun altında yatan bir anlatım şekli var.
Kimisi aforizmalarla, kimisi arabesk bir şarkıdaki cümleyle, herkes kendi tarzıyla ama hepsi aynı istek ve motivasyonla anlatmak istiyor.
Gözlerine bakıyor, umut ediyor, nefes almadan konuşuyor, küçük bir kız çocuğu gibi heyecanla anlatıyor, yazmayı yeni öğrenmişcesine usanmadan hissettiklerini, isteklerini, beklediklerini yazıyor... İnanmak istiyor, inanılmak istiyor, kalbi çarpıyor bu sefer anladı diyor, ve her seferinde aynı hayalkırıklığını duyuyor. Sanırım insanlar, aynı denemeleri yapmaktan vazgeçtiklerinde yalnızlaşıyor.
Yüzyıllardır süren anlaşılma çabası. Gerçekten var olmak için, benliğimizi görmelerine muhtaç mıyız? Binlerce düşünürün, yazarın tam anlamıyla anlaşılmadıklarını hissettikleri bu dünyada hala umudumuzu kaybetmeden çabalamamız çok patetik. Zaman, en azından sizi bir kere yanıltan insanlara harcamak için çok kısa. Kendimiz olabilmeyi, olduğumuzu sevebilmeyi, anlaşılmadan da mutlu hissedebilmeyi öğrenmek gerek. Enerjimizi, insanların fikirlerini değil, kendimizi değiştirmek adına kullanmalıyız.