Ankara için adalet vakti
Zaman zaman misafir olacağım bu köşede, demokratik hukuk devleti ve adaleti yazmaya çalışacağım. Konular pek sevimli olmasa da ihtiyaç olduğu düşüncesindeyim. Umulur ki adalet konusunda hala yetersiz bakiye olan toplumsal talep artışına faydalı olur. Ankara için iftarla birlikte ülke için adalet vakti gelir. Ankara'ya gelen adalet tüm ülkeyi iyileştirir.
Salgınla derinleşen ekonomik krizin pençesindeki halkımıza, adaleti anlatmak matah sayılmasa da yaşadığı durumun temelinde, hukuki adaletsizliğin içinde, yasalardan kaynaklı gelir dağılımı adaletsizliğinin izahı gerekir. Okula, işe, camiye gidişini, sokağa çıkışını kısıtlayan, sosyal yaşamını doğrudan etkileyen kararları alan tek kişi olsa bile dayanağı anayasadır. Mühürsüz zarf ve pusulaların yasanın amir hükmüne rağmen geçerli sayılması noktasında şaibeli-tartışmalı da olsa referandumda halk onaylamıştır. Yani şeklen, kağıt üzerinde her şey yasal ve normaldir.
Ancak bir anayasanızın olması, anayasal devlet olmanıza yetmez, yasalarınızın olması sizi hukuk devleti yapmaz. İktidarın eşitliksiz rekabete dayalı seçimlerle işbaşına gelmesi demokratik bir ülke yapmaz. Hukukun varlığı gerek şart, fakat hukuk devletinin ölçütleri mutlaktır. Doğruluğu evrensel düzeyde kabul edilmiş temel ilkelere dayanmalıdır. Kısaca 3 temel unsur vardır.
1-'Kanuni idare',
2-'idarenin yargısal denetimi',
3- 'bağımsız yargı' sacayağına oturan devlet şeklen olur da gerçek bir hukuk devleti olamaz. Olabilmesi için öncelikle demokratik ilkelerin hem yöneten hem de yönetilen kesim tarafından inanılıp, özümsenip hayatın her alanında uygulanmasıyla mümkün ve gereklidir.
Tarihi, sosyo-kültürel geçmişi, zihni genetiği demokrasiye çok da meftun olmayan toplumlarda demokrasi zor iştir. Kabul ve itiraf edelim ki bugün elli yaşın üzerindekilerde aile, okul-eğitim, iş ortamı gibi hayatımızın tüm evrelerini kapsayan katmanlarda demokratik bir işleyiş olamadı. Askeri darbelerle kesilen siyasi yaşamımızda bir türlü demokrasi kültürü oluşamadığından sandığa dayalı ve endeksli 'sureta' bir demokrasiyle yönetilmekten kurtulamıyoruz.
Demokratik hukuk devletinin sigortası olan yargı bağımsızlığı olmayınca diğer unsurlar etkisiz ve içeriksiz kalıyor. Örneğin, yönetenlerin ve yakınlarının yolsuzluk-rüşvet-hırsızlık gibi yüz kızartıcı olaylara karışmaları “demokratik hukuk devletinde” olmaz. Olursa da yargı mutlaka hesap sorar. Gelişmiş demokrasilerde çoğunlukla bu tip olaylar ortaya çıktığında ilgilileri istifa veya Japonya’da olduğu gibi intihar ederler.
Bir ülkede yönetim kadrosu ve etrafındakilerin yolsuzlukları açığa çıktığında yönetenler örtmeye çalışıyorsa, yönetilenler de itiraz etmek ve hesap sormak yerine susmayı tercih ediyorlarsa orası bir hukuk devleti değildir. Kabile, çadır, polis veya başka bir adlı devlet olur ama asla hukuk devleti olamaz. Son yıllarda sıkça atılan 'ileri demokrasi' sloganlarıyla tersine bu anlamda geriye giden Türkiye şimdi tam da burada bir yol ayrımında.
Kamu hukuku- siyaset bilimindeki tasnife uymayan bize özgü ucube sistemin kısa tatbikatındaki gibi bir aile, aşiret, kabile ya da parti devleti mi, demokratik hukuk devleti mi olacağının sınırında ve karar aşamasındadır. Hukuk devletinin teminatı ve sistemin sigortası olan 'bağımsız yargı' ilkesini temin ve idame ettirecek olan Hakim Savcılar Kurulu'dur. İnsan hakları eylem planında yazılanları hayata geçirmek isteniyorsa, işe HSK'nın çoğulcu ve bağımsızlığı da içeren yargıç etiğine bağlı kimliklerden oluşturulmasıyla başlayabilirler. Mayıs ayı içerisinde yapılacak bu teşkil, bizimkiler yerine adil yargıçlardan oluşturulursa, yeniden hukuk devleti olmanın ilk adımı olacaktır. Süreci izleyip göreceğiz.
Saygıyla...