İçinde bulunduğumuz kriz insan odaklı bir finans sistemine geçişin önünü mü açacak yoksa salgından sonra servet eşitsizliğinin katlanmasına mı tanık olacağız? Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Vedat Akgiray finans sisteminin bugünkü yapısının krizi çözmeye yeterli olmadığını söylüyor ve daha az borca dayalı ve daha çok insan odaklı bir sistemin gerektiğini vurguluyor. Akgiray, “Koronavirüsü yenerken finanstaki borç virüsünü de yenelim,” çağrısı yapıyor.
Toplumun iyiliğini merkeze alan finans anlayışı üzerine çalışmalarını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Vedat Akgiray, iktisat tarihinde benzeri görülmemiş bir küresel çöküş riski yaşadığımızı belirtiyor: “COVID-19 salgını piyasaların beklemediği dışsal bir darbe oldu. Her ülkede, ekonomik aktivite ani duruş (sudden stop) noktasına geldi. Üretimin ve milli gelirin bu sene çok düşeceğini tahmin etmek zor değil. Virüs salgınının seyri dikkate alınınca, bu problemin 2021 senesine de taşınacağı anlaşılıyor. Bütün ülkeler benzer süreçleri yaşıyor ve yaşayacak. Birkaç çeyreklik durgunluktan (recession) öte olası bir ekonomik buhran (depression) resmi önümüzde ve bunun 1929’daki Büyük Buhran’dan bile daha tahripkâr olması sürpriz olmaz.”
2008 krizinden sonra çok sayıda yanlış yapıldığını ve çözümlerin ihmal edildiğini vurgulayan Prof. Dr. Akgiray, “Aşırı borçlanma konusunda banka dışı (shadow banking) borçlanma piyasaları kontrolsüz büyüdü. Şirketler, tahvil ihraç etme yarışına girdiler ve irili ufaklı her şirket – geri ödeyebilme gücüne bakmadan – artarak borçlandı. Ödeyebilme gücü olmayan küçük “zombi” şirketlerin tahvilleri bile ETF (exchange-traded fund) gibi yatırım fonlarının içine sokularak likit araçlarmış gibi piyasalara sunuldu. Bu büyük bir yalan ve bir anlamda dolandırıcılıktı ama böylece trilyonlarca dolarlık pazarlar oluştu,” ifadeleriyle 2008’den bugüne yaşanan borç krizini değerlendiriyor.
2008’den gerekli dersler çıkarılıp borca dayalı yatırım ve büyüme modeline mecbur kalınmasaydı bugünkü ekonomik problemin daha kolay yürütülebileceğini belirten Akgiray, mevcut finans sisteminin ise salgın riskine hiçbir şekilde hazırlıklı olmadığını vurguluyor: “Süreç iyi yönetilemezse salgın endişesi bir süre sonra finansal endişeye dönüşebilir. Birbirini tetikleyen bu tür psikolojik tepkiler ekonomileri zorlayacak bir finansal çöküşe yol açabilir ki bunun ilk işaretleri görülmeye başlandı. 2009’dan bu yana borçla finanse edilen alımlarla zirveler yenileyen borsalar rekor kısalıkta bir zaman diliminde %30 gibi değer kaybetti, kredi pazarları stres altında, tahvil fiyatları hızla geriliyor, gelişmekte olan pazarlardan çok hızlı para çıkışları başladı ve insanlar emeklilik hesaplarındaki birikimlerinin eridiğini korkuyla izliyorlar. Bu davranış değişikliği ve kaybetme korkusu devam ederse varlık satışları hızlanır. Bu da salgın sonrası ekonomik düzelmeyi hem daha zorlaştıracak hem de daha uzun bir buhrana yol açacaktır.”
Bugüne kadar devletlerin salgına karşı ilan ettikleri ekonomiyi kurtarma paketlerinin hala borç odaklı olduğuna dikkat çeken Akgiray, “Birçok merkez bankası kredi şartlarını kolaylaştırarak ve mevcut kredileri satın alarak piyasalara nefes aldırmak istiyor. Amerika’da Fed ve Avrupa’da ECB hazine tahvillerine ek olarak özel sektör tahvillerini de satın alacaklarını açıkladılar. Netice olarak, özel borçlar azalmayacak ve satın alınan miktar kadar ya kamu borcu artacak ya da kamu kaynakları harcanacak. Böylece toplam borç artmış olacak. 2008’den sonra yapıldığı gibi yine vatandaşın parasıyla finans endüstrisi kurtarılmış olacak,” ifadeleriyle borca dayalı kurtarma planlarının insani bedelinin çok ağır olabileceğini belirtiyor. Alternatif olarak ise şirketlerin para ihtiyaçlarının borç olarak değil, sermaye olarak karşılanması gerektiğini vurgulayan Akgiray, “Koronavirüsü yenerken finanstaki borç virüsünü de yenelim,” çağrısı yapıyor.