Böbrek nakli sadece hayat kalitesini düzeltmekle kalmaz, yaşam ömrünü de en az 2.5 kat daha uzatır. Karaciğer veya kalp gibi organ yetmezliği hastalarının ise diyaliz gibi bir yardımcı tedavi yöntemi de yoktur. O hastalar yaşamak için organ nakline muhtaçtır. İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi, Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. Alp Gürkan bize organ bağışı hakkında tüm merak edilenleri anlattı.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 70 bin diyaliz hastası olmasına karşın, 28 bin civarında organ bekleyen var. Kalp ve karaciğer bekleyen hasta sayısı da 2500 kadardır. Özellikle böbrek nakli bekleyen hastalar için ben bu rakamın gerçekte daha fazla olduğuna inanıyorum. Böbrek nakline uygun olup da, organ nakline ulaşamayan veya çıkmaz diye uğraşmak istemeyen bazı hastaların olduğunu düşünüyorum.
Batı ülkelerinin tersine, ülkemizde böbrek nakillerinin %80’i canlı vericilerden, %20’u beyin ölümü sonrası bağışlanan organlardan yapılmaktadır. 2022 yılında 3345’i (% 92) canlı vericili olmak üzere 3621 böbrek, 1479’u (% 91) canlı vericili olmak üzere 1610 karaciğer nakli yapılmıştır. Yapılan diğer solid organ nakilleriyle bu sayı 5269’a ancak ulaşmaktadır.
Aile bağlarının kuvvetli olduğu ülkemizde, sevdikleri insanların yaşam şartlarını gören yakınları, yakınları için gönülden organ bağışına başvurmaktadırlar. Her ne kadar tek böbrekle kalmanın verici için hiçbir sakıncası olmamaktaysa da, bu işlem gerek psikolojik gerekse de fizyolojik olarak büyük bir fedakârlık gerektirmektedir. Verici ameliyatı da, vericiye hiçbir zararımız olmaması ilkesine bağlı olarak, biz cerrahlar için de oldukça stresli bir ameliyattır. Hâlbuki beyin ölümü gelişen insanlarda, onlara çok saygılı davranmamıza, çok özenli ameliyat yapmamıza karşın bir zarar vermemiz söz konusu değildir. Zaten toprak altında çürüyecek organları çıkartmak ve onlarla en az 5 kişiye yeniden hayat vermek canlı vericili ameliyatlardan çok daha az streslidir.
Ülkemizde yılda yaklaşık 5 binin biraz üzerinde organ nakli ameliyatı yapılmaktadır. Organ bulamadıkları için ölen insanları düşündükçe organ bağışının önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Ülkemizde organ bulamadığı için her yıl 7-8bin insanımız hayatını kaybetmektedir. Ancak, beyin ölümü sonrası bağışlanan organlarla yapılan nakillerin sayısı oldukça düşüktür. Son yıllarda bu sayıda artma olmasına karşın, hala Batı ülkelerinin çok gerisindeyiz. Organ bağışında Avrupa Birliği Ülkeleri ortalaması milyon nüfus başına 25 iken ülkemizde bu sayı Sağlık Bakanlığının son yıllarda yaptığı çabalar sonucu maalesef ancak 4.5’e yükselmiştir. Esas olarak Sağlık Bakanlığından hekimlere, medya kuruluşlarından insanımıza kadar bu rakamı yükseltmek için çaba göstermemiz gerekmektedir.
Öncelikle bu süreçte nerelerde sorun olduğunu anlamamız gerekir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 40bin civarında yoğun bakım yatağı vardır. Batı ülkeleri standartlarına göre yoğun bakım yatağı başına yılda 1 beyin ölümü bildirimi olması gerekir. Maalesef 2022 yılında ancak 1711 beyin ölümü bildirimi olmuştur. Akla bu kadar az olmasının nedeni olarak beyin ölümü tanısı konamaması geliyor. Halkımızın ön yargılarının aksine bir hastada beyin ölümü halinin oluşabilmesi için o kişiye yoğun bakımda kötü bakılması değil, aksine onu yaşatmak amacıyla çok iyi bakılması gerekmektedir. Aksi takdirde o hastayı başka organ yetmezlikleri nedeniyle erkenden kaybetmek mümkündür. Kanımca bu olasılık çok fazla değil. Artık yoğun bakımlarımız daha donanımlı, yoğun bakım hekimlerimiz daha bilgili. Esas neden, beyin ölümü tanısı konamaması, tanı koymadaki tereddütler ve korkulardır. Özellikle ülkemizin doğu ve kırsal bölgelerinde hasta yakınlarından ürken hekimler tanı koymakta zorlanmaktadır.
Bence en önemli ve en kolay çözülebilecek basamak aile onayının alınması. Her ne kadar bu konudaki engellerin dinsel nedenler ve toplumdaki ön yargılardan kaynaklandığı söylense de, esas nedenin insanların hayatta iken aile içinde bu konuların konuşulmaması ve bir kararın ifade edilmemesi olarak görüyorum. 2022 yılındaki 2bine yaklaşan beyin ölümü bildirime karşın, ancak 289 kadar aile organ bağışına izin vermiş. Bu %17’lik bir orana karşılık gelmektedir. Batı ülkelerinde bu oran %60’lara çıkmaktadır. Organ nakli koordinatörlerinin karşılaştığı en büyük problem ölen kişinin daha hayatta iken bu konuyu düşünmemiş olması ve bu konudaki beyanını aile fertleriyle paylaşmamasıdır. Halkımıza organ bağışı ve beyin ölümü daha iyi anlatılsa halkımız bağış konusunda çok vericidir. Diyanet İşleri Başkanlığının da bu konuda olumlu birçok fetvasının olduğu düşünülürse, yapılacak şeyin bu konuyu sürekli gündemde tutmak, aile içinde konuşulmasını sağlamak olacağı şüphesizdir.
Bunun için görsel ve yazılı basında, televizyon dizilerinde ve filmlerde, belki de en önemlisi okul müfredat programlarında bu konuların işlenmesi olacaktır. Organ bağışının sadece yılın bir haftasına sıkıştırılmadan tüm yıl boyunca yayılması daha büyük bir etki bırakacaktır. Organ bağışı konularında iyi işler yapmış ülkelere bakıldığında organ bağışının okullarda işlendiğini ve böylece daha çocukken bu konunun aile içinde işlendiğini görüyoruz.
Görüldüğü gibi organ bağışı birçok etmene bağlı karmaşık bir süreçtir. Her adımda atılacak adımın yararı olacaktır. Atılan adımlarda süreklilik ve kararlılık önemlidir. Ancak takılacak organlarla yeniden hayata dönecek insanların ümitle beklediğini unutmamak lazım. Bu nedenle daha hayatta iken organ bağış kararını vermek ve bu karar olumlu ise bunu aile fertleriyle gururla paylaşmak çok önemli. Bu karar için de hiçbir kuruluşa gitmeye gerek de yoktur. Sadece bu güzel kararı aile fertleriyle paylaşmak yeterli olacaktır.