Gece kendi özümle diyaloğa geçtiğim bir vakitteyim. Elimde tuttuğum kalem, kimbilir kaç yıldır bu satırları yazma azmindeydi. Kendisine ait çok özel bir öyküyü hem de. Sanki uzayda bir yerlerdeyim. Çizmeye çalıştığım, bir zamanlar başkalarının zoruyla kendini gizleyen; medyadan, sosyal ortamlardan uzak yaşayan; bugün ise bu gizemin sessiz huzurundan müthiş keyif alan bir yazar profili…

İçinde müşfik bir evlat karekteri barındıran. Aynı zamanda, yüzyıllardır binlerce kalem aşığının nefes aldığı arenada olmaktan  onur duyan. Ama bu ortamda üstlendiği dünya vazifesinin taşıdığı ağırlığa da ayna tutan biri.

Size anlatacaklarım; babama rağmen kalemimin inadıyla ilgili. Hayatım boyunca anlam veremedim.
Canım babacığım yazar olmamdan niye hoşlanmadı? Üstelik çocukluğumu, gençliğimi onun birçok yazar ve alim arkadaşlarını ağırladığı bir evde geçirdiğim halde. Küçüklüğümde o dostlarıyla aynı havayı solumak mı beni sonunda yazarlığa yönlendirdi. Yoksa edibelik doğuştan hediye bir haslet miydi? Bunu hiç çözemedim. Ama sevgili atama da karşı gelmek istemedim. Yine de Mehmet Şevki Eygi üstadı, bir konferansı için onu ta İstanbul’dan Konya’ya getirecek kadar nezih; Osman Serdengeçti rahmetliyi son anlarında hastane odasında yalnız bırakmayacak kadar merhametli; Kadir Mısıroğlu ve Necip Fazıl rahmetli gibi ustaların şehrimizdeki imza günlerinde onları asla yalnız bırakmayan bir insanın,  kendi kızının kalemine muhalifliğini o yaşlarda anlamam  mümkün değildi. Bazen aklıma geliyor. Yazarların çileli hayatlarına yakından tanık olması nedeniyle kızını tehlikelerden koruma isteği, bu yaşıma dek tek yazımı okumamasına neden olabilir miydi acaba? Çünkü pek çok yazar o yıllarda sık sık yazılarından ya da konuşmalarından dolayı tutuklanıp, hapse gönderiliyorlardı.
* * * *
İlk yazılarım yayınlandığında, onaltı yaşındaydım. Henüz lise yıllarım. Aziz Rabb’imin insanların kalemle fikir burçlarına tırmanmalarını teşvik için, Kutsal Kitabında yaptığı harika davete hayran olmuştum. “Eğer yeryüzündeki her bir ağaçtan kalemler oluşsa; Ve deniz de arkasında yedi deniz daha kendisine katılıp, mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez.” O tükenmez hazinenin anahtarı elime verilmiş gibiydi. Yıldızları kucaklamakla eşdeğer bir his. Kendimi vuslata  hizmet eden bir güzel işten nasıl mahrum edeyim? Öte yandan sahibini şimdi hatırlayamadığım mısralar da dilimdeydi.
Ne ölmek nefessiz kalmaktır
Ne de yaşamak nefes almak
Yaşamak sevilmeyi hak eden insanlara, hayatımızı harcamaktır.

Yaşamımın merkezine ailemi, çevremdeki tüm insanları koyarsam muhakkak ki kendi arzu ve ideallerimin tahakkukuna fırsat olmayacaktı. İşte o kararsız anlarımda meşe ağacı imdadıma yetişti. Bu ağaç elli yaşına erişmeden meşe palamutu üretemezmiş ya… Bunu duyduğumda çok sevinmiştim. Özel çalışmalarımın meyvesini toplamaya daha çok zaman vardı. Palamut ağacı gibi olma fikri hoşuma gitti. Aileme, yakınlarıma varlığımla mutluluk ikramı ve yaşantılarına kolaylık sağlamak bana yetti. Zaten isteklerimiz, hayatımız ve ölümümüz sadece alemlerin Rabb’i Allah için değil miydi? Kitaplarımı dahi öksüz bırakıp kırk yaşımda fakülteye gitmeyi tercih ettim.
* * * * *
Ahiret odaklı bir ömür, yeryüzündeki yaşantımızın önemini hiçe saymanın aksine, daha da artırıyor. Yeteneklerimize gelince… İnsan ellili yaşlarda kendinin kabiliyetlerini, gençliğinde olduğundan çok fark edebiliyor. Kendi nezdinde hayati istekleri belirginleşiyor. Yaşamının dizginlerini nezaketen ellerine verdiği insanlardan, hepten geri almak istiyor. Bu kişiye huzur veren, ihtiyari bir gelişme. Artık kul geleceğinize en yararlı olabilecek güzellikleri seçip, onlar için adım atmak istiyorsunuz.

Elli yaştan sonra gelen yıllar, yaşlılık merdivenini tırmanmaya başladığımız bir sınır. Belki de hayatımızda pek çok şeyin değişeceği bir başlangıç tarihi. Tamamlanmış kulluğa ulaşmanın miladı. Kendimizi vaat edilen ahiri geleceğe hazırlama adına, yeni bir yaşam stili ruhunuzda, bedeninizde filizleniyor. Merdivenden geriye dönüp, geçmişe doğru bakarsak, hayat bizi istediğimiz yere götürmemişse radikalleşiyoruz. Bu da sizi olumsuz nice keşkelere, vicdan hesaplarına sürüklüyor. Halbuki yaşam kutsal. Kısa süreli de olsa pişmanlıklarla, hezeyani duygularla boşa geçirilemeyecek kadar değerli.

Bugün şükrediyorum. Meğer benim kamili mürşidim de babammış. Ona hissettiğim sonsuz saygı, beni işimin gereği sosyal ortamlardan uzak tuttu belki. Sait Faik Abasıyanık misali, yazmadığımda deli olacak günlerim de oldu. Fakat yazı sanatının görünmez büyüsüne kendimi kaptırıp, geleceğimize tuzak para, şöhret gibi hırslardan da korunmamı sağlamış. Akıl ve yüreğimin el ele verip de, kalemin samimiyetine terk ettiği cümlelerimi geliştirmekten başka amacım yok artık. Bu da ispat ediyor ki, kendi ekosistemimizi ancak bizi sevenler yardımıyla koruma altına alabiliriz.

Kalemim ve ben. Babamın ara sıra incinmesine sebeb olsak da hala birlikteyiz. Yine de kendimi profesyonel kelime avcısı hissedip de, meydanlara çıkmadığım saygımdan. Palamut ağacına özendiğim… Bir gün atam benimle birlikte tüm emeklerimi, göz nurlarımı kucaklayacak diye sabırla bekleyişim de yüreğimdeki ona ait ihtiramdan. Soylu bir gönül sahibine evlat olmanın mutluluğu yetiyor işte. Palamut kadar üretken olamasam bile ne gam.
* * * * *
Allah’ım, bahşettiğin gönül zenginliklerimizin bedenlerimizle birlikte toprağa gömülmelerine izin verme! Onları arkamızdaki nesillere miras bırakabilmeye bizi muris kıl!..
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Yaşar çalışkan 2015-12-31 11:44:51

Bu güzel saf ve örnek duygularınızı bir gazetede neşretseniz ve kalıcı olsa gelecek nesillere istifadeli olur elektronik ortamda kalıcı olmayabilir. Zaman vurmadan silgiyi yazıyla bağlayın bilgiyi buyuruyor sevgili ve şerefli peygamberimiz.gecmişe sık sık pencere açmanızı acizane talep ediyoruz.benim bir sınıf arkadaşım var nurten bengi aksoy diye o da kadınların ince hassasiyetiyle çocukluk ve gençlik yiilarını maddi degerlendirmeyle yaziyor ona da benzer tavsiyelerde bulunuyorum haddimizi aşarak. Ama hanımlar duygularını şefkat puşidesi ile pek icten sunuyorlar anlatımı zengin olanlar yazının comerdi olmalılar. Allah ömrünüze kaleminize bereket versin.slm

Avatar
Erol 2021-09-19 22:08:08

Kristal Yürekli Ablacığım,
İçten ve hoşgörülü kişiliğinin babanla ilgili burukluğu beni biraz üzdü.
Garibine gitse de rahmetliye bazı açılardan hak verdiğimi söyleyeceğim. Ayrıntıların gizlediği bütün dışarıdan görülüyor.
Çocukluğumdan beri dinlediğim "Rodrigonun Gitar Konçertosu"nun duygusal düzeyinin nedenini, onun İspanya iç savaşlarını işlediğini öğrendiğimde anladım.
Baban yazarlarla "iç dünyalarını görecek kadar" iç içeymiş, kayda değer sayıda insanı etkileyebilecek duyguları hissedip yansıtmanın bedellerini de görmüş olmalı.
Kızlar anne ve babaların gönül neşesidir, erkekleri büyütmek için yırtınır, kızları sevimli bir çocuk olarak tutmaya çalışırız. Sebepler buraya sığmaz.
Rahmetli senin bazı acımasız gerçekleri anlayıp dertlenmeni istememiş, sevimli, neşe dolu bir şirine olarak yaşamanı istemiş.
Dikkat edersen rahmetliye sadece "bazı açılardan" hak veriyorum. Aklımızın ulaşabileceği her sınırı zorlamak varlığımızın gereğidir, Yaratıcı'nın verdiği yaratılanca engellenmemeli.