Dikkat; birazdan okumaya başlayacağınız yazıda dipnot yoktur. Yazının içinde ve satır aralarında da not alınacak sözcükler yoktur. Sadece gerçekçi önermeler ile doludur. Bu yüzden alttaki uyarıyı dikkate alarak yazıya başlamanız, şiddetle tavsiye edilir.

Uyarı; Türkiye’nin halini ve nereye gittiğini anlayanlar, bu yazıyı okumasın! Bu yazı anlamayan akil insanlar için yazılmıştır.

Türkiye’nin bataklığa saplandığını ve gittikçe battığını söyleyenlere inanmayın. Çünkü Türkiye, kendi yarattığı bataklığa saplanmış ve dibine çoktan çökmüştür. Artık sürüklenecek bir derinlik kalmamıştır. Derinlikten bir adım uzaklaşıp yukarıya çıkmaya çalışıyorken verdiği görüntü ise bataklık boyutunun artması anlamına gelmektedir. Argoda kullanılan pisleyip sıvama örneği, ne yazık ki burada çok az yer teşkil etmektedir. Başka ülkelerde yaşanan savaşın, tek kaybedeni Türkiye’dir.

Yasama, Yürütme, Yargı üçlemesi bir kişinin elinde bulunması, o ülkede dikta rejimi uygulandığı anlamına gelmektedir. Yetkiyi dilediği gibi kullanan ve sorgulanamayan bu kişiye de diktatör denir. Bilimsel olarak açıklaması, bu şekildedir. Demokratik ülkeler seçim ile yöneticilerini seçer ve bu seçim ile diktatör oluşmaz diye bir kavram yoktur. Seçim, meydana sandık konularak kişilere statü kazandırma amacının dışına pek çıkmamıştır. Kazanılan statü de kişinin, gerçek yüzünün ortaya çıkmasına yardımcı olur. Hani bir deyim vardır, kişinin karakterini keşfetmenin en kolay yolu, ona yetki vermektir. İşte seçim de bunu sağlıyor. Seçilen kişilerin, gerçekte nasıl bir karaktere sahip olduklarını gösteriyor. Bu yüzdendir, seçim öncesi verilen sözlerin seçim sonrası tarihe kavuşması…

Demokratik seçim ile diktatör olan önemli kişilerin başında, Adolf Hitler gelir. Seçimden önce söylediği ile seçimden sonra söyledikleri arasında, aslında pek fark olmayan kişidir. Milliyetçi olduğunu dile getiren bir kişiden, eline yetki geçince katliam yapmayacağını beklemek, hayalciliktir. Faşist olduğunu, sağlam Alman Milliyetçiliği yaptığını bilen kişiler tarafından yüksek oy potansiyeli sayesinde seçimi kazanmıştır. Ülkesindeki Slav ırkına ve Yahudilere savaş açıp sabun fabrikalarında yanmalarına, Polonya’daki Faşistler ve Amerika’daki Siyonistler destek vermişlerdir. Polonyalı Faşistler, ülkelerini bırakıp başka ülkede yaşayan vatandaşlarına düşmanlıklarını gözler önüne sermiştir. Amerikalı Siyonistler, fakir olan kendi ırklarına yardım etme zorunluluğunu bir kenara itip, yok etme düşüncesini göstermişlerdir. Yani, düşmanımın düşmanı dostumdur, yanılgısı baş göstermiştir.

Milli İrade büyüsü ile milletin iradesizleştirildiği görülmektedir. Her şeye inanan gariban halkım, inançlarının dosta düşmana malzeme olacağına inanamamıştır. Bu yüzden “ İlah “ diyeni İlahlaştırmıştır. Şimdi ise yapması gereken tek şeyin, susmak olduğu söylenmektedir. “ Sus yoksa mahkûm olursun “ korkusu, iliklerine aşılanmıştır. Artık bildiğini, gördüğünü, düşündüğünü unutacak boyuta gelmiştir. Çünkü “ Makul şüpheli “ sıfatına sahip olmak istememektedir. Şüpheli sayılmamak, mahkûm olmamak için susmuştur. Peki, asıl mahkûmiyet, özgürce konuşamamak değil midir? Asıl şüphe, susmak değil midir? Bugün susan kişinin, yarın çıkarları doğrultusunda seni satmayacağı net midir?

Eskiden çok ezildikleri için bugün ellerine geçirdikleri güç ile kendinden başkalarını ezmek, nefret duygusunun tavan yapması demektir. Nefret ile yönetilen topraklarda gözyaşı hiçbir zaman dinmeyecektir. Sırf yandaşlık olsun, belki bize de pay düşer olgusuyla nefret yönetimine hak verenler ise ilk virajda satışa geçecek olanlardır.

Ezilen edebiyatını kim yaptıysa ülkenin başına gelmiştir. Sonrasında güçlü olduysa korku salmaya başlamıştır. Kim geldiyse en çok komünistlerle uğraşmıştır. Fakat hiçbir dönem komünistler, ezilen edebiyatı ile insanların duygularıyla oynamamıştır. Ya da kimselere yandaşlık yapmamıştır. Çünkü bilmişlerdir ki duygu sömürüsü yapan da yandaşlık hizmetinde bulunan da vatan satmaya en kolay ulaşanlardır. Komünistler, sadece ölmeden önce, özgürce yaşamayı arzulamışlardır. Vatanın özgürleşmesini arzulamışlardır. Özgürlük her kısıtlandığında, ölüme atılan bir adım olduğunu bilmektedirler.

Vandalizm yapıyorlar diyerek başkalarını suçlayanlar, kendi Vandalizmlerinin farkına varmayacaklardır. Yakılan bir TOMA’nın yerine on TOMA alırız düşüncesi, gözü yaşlı çocukların mutlu olmasını sağlamayacaktır. Çözüm, gözünde yaş olanların gözlerine mutluluk doldurmasını bilmektir. Hani doğarken ağlıyor ya insan, bu son olsun, bu son diyebilmektir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.