İnternetin değil evde çoğu kurumlarda bile olmadığı dönemlerde, üniversite sınavına girdim. Sonuçlar posta yoluyla adrese gönderilirdi. Gelen sınav sonuç belgeme göre üniversiteyi kazandım. Heyecanımı ve mutluluğumu ailemle paylaşmak için sabit telefondan evi aradım. Cep telefonu mu? O da neydi! (Sanırım yaşımı çok belli ettim.) Telefonu açan kişi annemdi.

“ Alo anne, üniversiteyi kazandım. “ cümlesini olduğum yerde zıplayarak, kahkaha atarak söylüyordum. Sevincim, neredeyse evreni saracak cinstendi. Annemden gelen tek cümle ise; “ Tamam oğlum, eve gelirken iki tane ekmek getir. “ ve sonra telefonun kapandığını ifade eden sinyal sesi…

Annem bana bir çok ders vermiştir. Ama hiç biri bu kadar net şekilde olmamıştı sanırım ki ta derinden anladım, hayatın kendisini…

Hayat, eve ekmek getirebilme gücünde vardı. Başarıların, ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa başarı sayılırdı. Yer çekimini mi buldun? Eve iki tane ekmek getirebiliyor musun? Hayırsa, boş ver bulduğun yerde bırak o yer çekimini! Hayat, gerçeklerden ibarettir ya işte o gerçekler ülkelere, kültürlere, yaşam koşullarına göre değişir.

Hayat, bir havuz problemi değildi. Ama yıllar boyunca öğretilen ise buydu. Neredeyse bütün işsizler bir havuzun kaç saatte dolduğunu hesaplar. İş başvurusuna giden gence sorulur, deneyimin var mı diye. Yok, ama bir havuzun üç muslukla kaç saatte dolabileceğini söylese… Başlarım şimdi havuzundan cevabını alır mı?

Evet, o zamanlar eve ekmek getirebilme gücü, üniversite okumakla doğru orantılıydı. Şimdi ise üniversite mezunlarının çoğu işsiz. Aynı işsiz, parası olmadığı içinde askere gönderilir. Çünkü iş başvurularında hep karşısına çıkan soru da, askerliğini yaptın mıdır? Evlenmek istese de aynı soruyla karşılaşır. Ne yazıktır ki askere giden gencin geri dönmesi kuşkulu dönemlere yeniden döndük.

İngiliz şair John Domme, Ernest Hemingway’ın İspanya iç savaşını anlattığı romanına adını veren şiiridir, Çanlar senin için çalıyor. “ Bir insanın ölümüyle eksilirim ben, çünkü bir parçasıyım insanlığın; işte bu yüzden hiç sorma çanlar kimin için çalıyor? diye, senin için çalıyor “

Yıllar boyunca burnumuzun dibindeki toprakları kana bulayanlar, onların taşeronluğunu yapanlar, kardeşi kardeşe kırdıranlar, halka savaş açan ve halkı savaşa sürüklemekten kaçınmayanlar, bu kandan beslenmişler, kendilerine kar payı çıkarmışlardır. Silah tacirlerinin savaş çığırtkanlığı yapması olasıdır. Asıl olağandışı olan medya patronları başta olmak üzere bu kanlı oyuna hizmet edip çığırtkanlığı, milli irade meselesi haline getirenlerdir. Ortadoğu’da yaşanılan katliamları ülke topraklarına sokanların, bunun milli değil siyasi irade olduğunu kabul edeceklerini düşünmekte ayrı bir komedi olsa gerek. Bu siyasi iradenin ise ülke itibarıyla uzaktan yakından alakası olmadığını, şahsi koltuk ve güç kaygısı olduğunu söylemeye gerek var mı?

Çanlar bizim için çalıyor. Bizim evlatlarımız için çalıyor. Barış içinde yaşamak varken gençlerimize ölümü seçtirdikleri için çalıyor. Milli irade diyenlerin yaptıkları duygu sömürüsüyle, eve ekmek getirmek yerine ölüm getirenler gençler için çalıyor.

Ortada yaşanılan bir facia var ve herkes önce suçu kendinde aramalıdır. Ama laf osun diye değil kendini, adam gibi yargılamalıdır. Bir koltuk uğruna bir annenin oğluna, eve gelirken ekmek getir diyebilme umudunu kimse yok edemez.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.